Bundan 30 sene kadar önceydi. Yine böyle sıcak bir mevsime rastlayan Kurban Bayramında UCLA’de doktora yapmaktaydım. Bayramlar genellikle sabahları UCLA’den bir kaç Türk arkadaşla Los Angeles şehir merkezi civarındaki Islamic Center of Southern California‘nın mescidinde namaz kılıp okula geri dönmek şeklinde geçerdi. O sene nasıl olduysa bir arkadaşımız Selçuk (ismi doğru hatırlamıyor olabilirim) Beyin bir çiftlikte kurban keseceğini, bizim de yapabileceğimiz fikrini ortaya attı. Selçuk Bey uzun süredir güney California’da yaşayan bizim yaşında çocukları olan bir profesördü.
Bayram namazından sonra Tayfun’un eski büyük Buick arabasına Mehmet, Celal, Nezih ve ben doluştuk ve Selçuk Beyi takip ederek neredeyse bir saat gittik ve bize çöl gibi görünen bir yerin ortasındaki çiftliğe geldik. Bu arada hava iyice ısınmıştı. Arabanın soğutucusu çalışmadığı için vardığımızda zaten ter içinde kalmıştık. Çiftlikte sadece genç bir Meksikalı vardı ve meydanlık bir yerde darağacı gibi bir iskele kuruluydu.
Meksikalı İngilizce konuşmuyordu, biz de İspanyolca bilmiyorduk. İşaretle falan anlaştık ve bizim kurbanlık geldi. Gelen bir koyundu ama maşallah bizim memleketteki danalar kadar büyüktü. İskelenin dibinde kazılmış çukurun başında önce Selçuk Bey kendi kurbanını kesti. Bizim ekibin durumuna bakıp eli bıçak tutan olmadığını görünce, vekaletle sizinkini de keseyim siz de hayvanın başını tutun dedi. Bu arada çölde öğle sıcağı bastırmış biz kovboy filmlerindeki gibi hissetmeye başlamıştık.
Bizim dana büyüklüğündeki koyun yere yatırıldı, ben ve bir arkadaş daha diz çöküp kafasını tuttuk. Selçuk Bey besmeleyi çekip bıçağı vurdu. Bizim kurbanın kanı çukura doğru akarken terden iyice kaygan hale gelmiş burnumun üzerinden gözlüğüm kayıp kan gölüne düşmez mi. Gözlüğü kurtarayım derken biraz da üstüme kan sıçrattım. Gözlüğü temizlemeye çalışıp geri taktım ve kurbana geri döndük.
Kesim bittikten sonra Meksikalı çocuk hayvanı iskeleye çekip kompresörle deri altından şişirip hemencecik yüzdü ve sonra elektrikli testereyi eline aldı. Sıcak, kan, ter ve testere ile durum oldukça sürreal bir görüntü almıştı. Çocuk bir boyuna bir de enine darbe ile hayvanı dört parçaya böldü bıraktı. Bizde kasaplık edevat da beceri de olmadığı için eti daha küçük parçalara bölmesini istiyor ama derdimizi anlatamıyorduk. El kol hareketlerimizle anlatmaya çalıştığımızı herhalde inadına anlamazdan geliyordu. Bu sırada, Nezih –kendisi esasen ticaretle meşguldü, arada da bir yerde öğrencilik yapıyordu, yani piyasa adamıydı– Zagor‘dan hatırladığı İspanyolcasını devreye soktu ve Meksikalı çocuğun karşısına geçip “chico pieces, mucho dolares” diyerek biz Türklerin “küçük parçalara çok dolar vereceğiz” diye anladığı bir cümle kurdu. Fakat bu muhteşem cümleyi Meksikalı anlamıyordu. Sonunda biz paraları çıkarıp uzatınca ve testereyi alıp işe girişmeye kalkınca, insafa geldi ve bizim dört parçayı sekiz parça haline getirdi.
Naylon çöp torbalarına doldurduğumuz etleri Buick’in bagajına doldurduk ve geri şehre doğru yola çıktık. Arabanın içinde terli, kanlı (ki benim gözlük de halen kısmen kanlıydı) beş genç adam ve bir bagaj dolusu et gidiyor ve polis falan durdurmasın diye dua ediyorduk. Yerleşim yerlerine yaklaşınca bir süpermarket gördük, doğru park yerine çektik. Arabadan koşar gibi çıkıp kendimizi süpermarketin içindeki serin havaya attık. İçerideki az sayıda insan tuvaletlere koşan bizleri gözleriyle takip ediyordu. Kıyafetlerimize bir şey yapamadık ama elimiz yüzümüzdeki (ve gözlüğümdeki) kanları epeyce temizledik.
Şehre yaklaştığımızda kimsede etle uğraşacak heves kalmamıştı. Neredeyse tamamını Islamic Center’a bıraktık. Ertesi gün kavurmak niyetiyle eve götürdüğümüz etin de önemli bir kısmını uygun olmayan bıçaklarımızla doğramaya çalışırken ziyan ettik. Ama o hafta sonu epeyce arkadaş bizim evde toplanıp Los Angeles’da kurban eti kavurmasını tadımlık da olsa yedik.