Volume 5, No 1, Spring 1995 |
Esra Betül'ün Muaz Özyigit'in nikahla ilgili yazisina aykiri fikirlerine bir cevaptir.
Öncelikle, Esra Betül takvanin kolay ölçülmeyeceginden bahsediyor. Takva günahtan kaçinmak demektir. Bu itibarla davranislardaki takva ölçülebilir ancak kalplerdeki takva yani esas motivasyon ki Allah'dan korkmak ve hasyet duymak gibi gizli olan, o insanla Allah arasinda olan bir husus ve kulun ihlasi ve Allah'la irtibati ki kalbindedir ve gizlidir baskalari tarafindan ölçülemez deniyorsa bu dogrudur. Yani kalpte olan takvayi insanlar dis davranislara bakarak ölçemezler. Ancak davranislardaki takvayi yani haramlardan kaçinmayi ölçmek mümkündür.
Su var ki, davranislarda takva yoksa kalpte de olmadigi derhal söylenebilir. Çünkü Allah'in haram ettigi bir seyi açikça yapan birisi "Sen benim kalbime bak, benim kalbim temiz" diyemez. Bu asilsiz bir kuruntudur. Davranislarini Islamiyete göre uydurmayan birisi kendisinin daha takvali oldugunu iddia edemez, çünkü Allah'in açikca farz kildigi bir emri yapmiyorsa Sultanlar Sultani'nin Melikler Meliki'nin Padisahlar Padisahi'nin emrettigi seylere karsi lakayd davraniyorsa ve riayet etmiyorsa bu kisinin O Sultan'in O Padisahin sevgisinden yandigini ve O'nun aski ile hareket ettigini söylemesi pek inandirici olmaz. O halde, takva denince ilk önce davranislari Islamiyete uydurmak gerekmektedir. Çünkü Islamiyete uymak O Sultan'in O Padisah'in bir emridir. O'nu sevmek, O'ndan korkmak Sünnete uymakla olur.
Kur'an-i Kerim'de Allah Peygamberine (AS) söyle söylemesini emretti: "De (Ey Habibim); Eger Allah'i seviyorsaniz bana ittiba edin ki Allah da sizi sevsin ve magfiret etsin." (Kur'an 3:31)
Dolayisiyle, bir kisi Allah'i seviyorsa mutlaka Sünnete (Habibullah'in yoluna) yani Islamiyete ittiba etmesi bir sart olarak Kur'an'da bildirilmistir. Eger Sünnete ve Islamiyete uymak yoksa, Allah'i sevmedigi anlasilir. Çünkü Habibullah'in getirdiklerine aynen uymak itaat etmek Allah tarafindan sart kosulmustur. Allah'in en sevdigi yol Habibi'nin (AS) yoludur ki diger insanlar kendilerini Rasül'ün yoluna uydurarak Allah tarafindan sevilebilir ve magfirete mazhar olabilirler.
Bu da ilk önce davranislarda Islamiyetin emirlerine uymakla olur. Çünkü davranislarda Islamin hükümlerine uymak farzdir. Sonra kalbinin hallerini de Rasül'ün (AS) kalbine benzetmek mertebesi gelir. Ancak daha davranislarinda ve kesin emredilen hususlarda Islamiyete uymadigi taktirde bu ileri mertebeye yani kalbinin hallerini de Rasül'ün (AS) kalbinin hallerine benzetmesi bizim tarafimizdan çok zor ve olmayacak bir durum veya cok istisnai saz bir vaziyet olarak görülüyor. Çünkü kalbi kontrol etmenin, davranislari kontrol etmekten daha zor oldugu bellidir. Yani bir insanin yalan söylememesi davranislarinda farzdir. Bunu yapmak daha kolaydir. Fakat daha ileri bir mertebe olan yalanin hiç aklina gelmemesi hiç yalan söylemeyi gönlünden geçirmemesi daha zordur. Dolayisiyla davranislarini Islamiyete uydurmak önce gelir. Kalbinin hallerini de olabildigi kadar ilerletmek ve Sünnete uydurmak birinci asamayi geçmeden olmaz diye düsünüyoruz. Birinci asamada hareketlerini düzeltecek ve Sünnete uyduracak ki ikinci asamada daha yüksek bir takva derecesinden söz edilsin. Bu iki dereceyi birbirinden farkli ve ayri sanmak bir hatadir. Yani Islamiyyete uymadan ikincisi olmaz.
Ikinci husus, "Sizin kaliplariniza göre..." denmis. Kaliplari ve standartlari koyan Allah'tir ki Kur'an ile ve Sünnet ile bellidir. Ne Muaz'in ne de baska birisinin kendi kafasina göre standartlar gelistirmesi söz konusu degildir. Mesela Nur suresinin otuzbirinci ayetinde bas örtüsünün yakayi ve gögsün çikintisini gizleyecek sekilde salinmasi gerektigi açikça emredilmis bir farzdir:
24/31." Mü'min kadinlara da söyle: Gözlerini bakilmasi yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliginden görünen kismi müstesna, açmasinlar. Bas örtülerini yakalarinin üzerine salsinlar."
Böyle olunca standartlari koyma yetkisinin Allah'da oldugunu bilmek ve bu sekilde "Allah'in emrine uyuyorum" diye yapmak lazimdir. Eger bu bilinmezse, yani Allah'in emri olarak görülmezse bu konuda yapilan tesviklere veya nasihatlere bir "zorlama" ve "özgürlügünü kisitlama" olarak bakmaniz normaldir. Fakat öyle degildir. Emrin esas kaynagini bilmek ve Emrin Sahibi Allah oldugunu düsünüp Allah'in emrine uydugunu hatirlayarak örtünmek lazimdir. Yoksa eslerin birbirleri için örtünmesi söz konusu olmaz. Haddi zatinda eslerin birbirlerine karsi örtünmeleri farz bile degildir.
Ayni ayetin devami:
"Süslerini kocalari veya babalari ve kayinpederleri veya ogullari veya kocalarinin ogullari veya kardesleri veya erkek kardeslerinin ogullari veya kiz kardeslerinin ogullari veya müsluman kadinlari veya cariyeleri veya erkekligi kalmamis hizmetçiler, ya da kadinlarin mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan baskasina göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarini yere vurmasinlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'in hükmüne dönün."
Dolayisiyla benim hatirlatmak istedigim husus Allah'in emirlerini Allah'in hükümlerini Allah için yapmak gerekir. Su veya bu kimse kendinden standartlar koyuyor veya zorluyor diye düsünmek dogru olmaz. Çünkü Allah'in hükmü ne ise öyle yapmak gerekir. Eger birisi Allah'in emretmedigi bir seyi yapmaya diretirse buna zorlamak denir ama Allah'in emrettigini bildirmek zorlama kapsamina girmez. Çünkü Allah'in emirlerini teblig etmek Rasül'e (AS) bir görevdir ve bu sarttir. Yani Rasülullah'in (AS) bu emirleri insanlara yaymasi zorlama olmadigi gibi (çünkü emri veren esas merci Allah oldugundan) sonra bir kocanin Allah'in emri uygulansin diye bunu esine bildirmesi de zorlama kapsamina girmez. Çünkü gene kendisinde olmayan bir yetki ile söylemiyor, Allah'in hükmünü söylüyor. Bir kocanin hem kendisinin hem de esinin hem de çocuklarinin dünyada ve ahirette saadetleri için Allah'in hükmünü elinden geldigi kadar uygulamasi ve elinden geldigi kadar uygulatmasi görevidir. Çünkü Rasülullah (AS) "Hepiniz çobansiniz ve mes'ulsünüz" buyurmuslardir. Ve ilk basta devlet reisinin raiyyetinden mesul oldugunu hatirlatmis sonra baska sorumluluklari olanlarin mesuliyyetine de deginmistir ayni hadis-i serifte.
Hadis-i Serif sakin yanlis anlasilmasin. Raiyyetinin koyun gibi asagilik falan oldugunu söylemek için degildir. Hadis-i Serif sadece mes'uliyyet (sorumluluk) açisindan benzetme yapmaktadir. Bu benzetmede mesuliyyet yönü ile çobana benzetilmistir. Yoksa insanlarin koyunlarindan üstün ve koyunlarin alçak olmasi yönünden bu benzetme yapilmamistir.