Volume 8, No 3, Fall 1998 |
[YeniYüzyil gazetesi, 9 Ekim 1998]
A, bir sabah kalktik ki, Suriye'yle savasa giriyoruz, ezip geçiyoruz, bir ucundan dalip öbür ucundan çikiyoruz, müthisiz, yigitiz, hemen dövüsmeliyiz.
Gazete mansetleri makineli tüfek tarrakalari gibi takirdiyor, kalemler süngüden keskin, hepsinden kan damliyor.
Her gazete bir askeri karargâh, her gazete yöneticisi usta bir general, her köse yazari hayatini serhatte geçirmis canavar bir kurmay.
Bir kanun çikarsak.
Savas isteyen herkes servetinin yarisini orduya bagislayacak ya da çocuklarindan birini askere yazdirip sinira gönderecek diye.
Acaba herkes gene böyle savas hayranligini sürdürür müydü?
Yoksa savasi çikartanlarla savasta ölenlerin ayri ayri insanlar olmasi mi, bunlari böyle kahraman yapiyor?
Hem, benim anlayamadigim baska birsey daha var.
Bu savasa kim karar verdi?
Biz bu savasi kazanirsak tarihe kimi kahraman diye yazacagiz ya da bu savas bizim için bir felakete dönerse bunun hesabini kimden soracagiz.
Aranizda, bu savasa karar veren ve bu karari verme yetkisine sahip birini bileniniz var mi?
Basbakan mi karar verdi, hükümet mi karar verdi, parlamento mu karar verdi?
Kim bu kararin sorumlusu?
Ben, savas davullarini çaldirip, "baltalari topraktan çikarma" kararini verenin kimligini tam olarak saptayamadim, bir ülke için bu kadar önemli bir hareketi baslatanin adini göremedim gazetelerde.
Siz gördünüz mü?
Yoksa her zamanki gibi sorumlusu belli olmayan bir olayla mi karsi karsiyayiz?
Ama cevaplarini bilemedigim sorular bu kadar da degil.
Suriye'yle niye savasmamiz gerektigini anladim, PKK'yi destekliyor ve Türkiye'nin kanayan yarasini düsmanca bir tutumla kasiyip duruyor.
Peki, yakin tarihimizdeki yirmiden fazla Kürt ayaklanmasini da Suriye mi desteklemisti?
Türkiye'nin Kürt politikasi çok dogru da, düzeltilmesi gereken tek bozukluk Suriye'nin yaklasimi mi?
Yoksa kendi yaptigimiz hatalarin nedeni olarak baskalarini görme egilimimiz mi agir basiyor?
Lenin, "küçük bir hatayi büyütmenin en iyi yolu onu savunmaktir," diyor.
Biz ise hatalarimizi savunmaktan geçtim, sanki hatalarimiza asigiz, hatalarimizi çok seviyor asla onlarin hata olmadigini savunuyoruz.
Bundan on bes yil önce, Kürtlerin çocuklarina Kürtçe isimler koymasini yasaklamasaydik, onlarin Kürtçe konusabileceklerini kabul etseydik, bu ülkede Kürt vatandaslarimiz oldugu gerçegini içimize sindirseydik, onlari inanilmaz bir baskiyla ezmeseydik, bugün gene Suriye ile savasmanin esigine gelir miydik?
Kürt sorunundan dolayi, en yakin müttefikimiz oldugunu söyledigimiz Amerika da dahil, dünyanin neredeyse bütün ülkeleriyle yollarimiz böylesine ayrilir miydi?
Kürt ve Kibris politikalarimizin, baska konularda anlasamayan bütün devletleri karsimiza yekvücut yapmasi, Amerikalisinin, Avrupalisinin, Rusunun, Arabinin, Japonunun, Çinlisinin karsimiza dikilmesi ve bizim "hatali oldugumuzu" söylemesi hiç mi kusku uyandirmiyor içimizde?
Gerçekten de yeryüzünün en akilli ve en hakli tek ülkesi biz miyiz?
Bir zamanlar kimsenin Süleyman Demirel'e "sagcilar adam öldürüyor" dedirtemedigi gibi simdi de bize kimse "Türkler hata yapiyor" dedirtemez mi?
Bütün dünya bir yanda biz bir yandayiz, binde bir de olsa, bizim hata yapma ihtimalimiz bulunmuyor mu, gerçekten hatasizligimiza ve aklimiza bu kadar güveniyor musunuz?
Bu kadar hakli ve hatasizsak, bu devlet nasil çöktü, nasil çeteler bakan atayip, banka pazarliklarina girebildi, nasil uyusturucu kaçakçiligi devlet birimleri tarafindan gerçeklestirildi?
Bunlar da mi yalan, bunlarda mi baskalarinin uydurmasi, bunlarda mi Türk düsmanliginin yarattigi hayali suçlamalar.
Ülkücü katilleri düsman ülkelerin istihbarat birimleri mi devletin basina bela etti?
Fikri Saglar'in hep söyledigi ama kimsenin aldirmadigi o korkunç gerçek, "olaganüstü hal bölgesinde hiç uyusturucu yakalanamamasi" emperyalizmin bir oyunu mu?
Türkiye'yi, Suriye'nin, Irak'in, Amerika'nin, Rusya'nin, Avrupa'nin çökertip, parçalayabilecegine inanmiyorum.
Türkiye'yi çökertebilecek tek bir güç var yeryüzünde.
Türkler.
Ve Türklerin, "hata yaptigini kabul etmeme" konusundaki inanilmaz kararliligi.
Dünyanin en zengin bölgelerinden birinde yasiyoruz ve bu bölge dünyanin en büyük budalalari tarafindan idare ediliyor; hepsinin "çöl aslani", "çöl tilkisi" gibi fiyakali isimleri olan bu budala liderler kadrosu, bir gece yattiklari yatakta ertesi gün yatamayacak kadar korku içinde yasiyorlar, degil bir baska ülkeye gitmek, bir kendi ülkelerinde bir mahalleden bir mahalleye özgürce gidemiyorlar, günlük hayatlarinda gördükleri insan sayisi otuzu kirki geçmiyor, kendi halklarinin karsisina bile çikamiyorlar; hem ülkelerinin servetlerini havaya savuruyorlar hem de kendi hayatlarini.
Dünyadaki gelismeleri reddeden böyle bir bölgede bela önlenemez, bir kaza kaçinilmazdir.
Türkiye, kendi hatalarini kabul etmek ve onlari düzeltmek cesaretini gösteremezse, gelmesi kaçinilmaz gözüken bu kanli olma ihtimali yüksek kazanin parçasi olur.
Hizla da oraya dogru sürükleniyor zaten.
Bundan kurtulabiliriz.
Hatalarimiza asik olmaktan vazgeçmek, özgürce tartismaya izin vermek, hukukun ve adaletin önemine inanmak yeter buna.
Hafiz Esad'in diktatörlügüne ve terörü devlet olanaklariyla tesvik etmesine kizip, kendi ülkenizde Hafiz Esad gibi davranirsaniz, sonuç "çöl tilkisiyle" "çöl kaplaninin" savasi olur.
Ama bir çöl hayvani olmak mi amaciniz, gerçekten istediginiz bu mu, asil bu soruya bir cevap gerekir, ki buna açikça cevap vermek belki savasmaktan bile zordur.