Volume 8, No 1, Spring 1998 |
Kitabevi, 1998
Türkiye'de eksikligi pek çekilmeyen "olaganüstü" dönemlerin ragbet bulan konularindan birisi "dinde reform"dur. Nitekim, 28 Subat Süreci ("ihtilal", "muhtira", simdi de "süreç") tabiati geregi bu konunun öncelikli olarak gündeme gelmesi sasirtici olmadi. "Süreçin hükümeti" kurulduktan hemen sonra Diyanet Isleri Baskanliginin bagli oldugu Basbakan Yardimcisi Bülent Ecevit Kur'an'in Türkçe tercümesine gerek oldugundan bahsetmeye basladi. Ardindan konu "anadilde ibadet"e yöneldi. Bu hususun medyatik savunuculugunu Yasar Nuri Öztürk üstlendi. Cündioglu'nun kitabi mükemmel bir zamanlamayla bu tartismalara yetisti.
Türkçe Kur'an ve Cumhuriyet Ideolojisi 1932 Ramazaninda yürürlüge konulan dinde reform programinin detayli bir kronolojisi. Bu reform tesebbüsünün en meshur ögelerinden birisi 1950'ye kadar süren Türkçe Ezan okuma zorunlulugu; yasamaya devam eden ise Cuma ve bayram hutbelerinin Türkçe olusu. Kitap konuyu "caiz midir, degil midir" açisindan ele almiyor. Ana amilin ideolojik ve siyasi oldugu bu olayin aktörlerinin hareket ettikleri ortami kavramaya çalisiyor. Kitap üç ana kisimdan olusuyor: 1932 Ramazanindaki Türkçe Kur'an ve ezan faaliyetlerinin Osmanlidan beri süregelen ideolojik arkaplani, 1932 Ramazaninin gün gün kronolojisi, bu döneme ait metinler ve bunlar etrafindaki münakasalar.
Ecevit, Kur'an'in tercümesinin gerektiginden bahsedince senelerdir piyasada olan düzinelerle Kur'an meallerinin varligindan haberdar degil mi diye düsünmek gerekmisti. 1932'ye gelene kadar da, Tanzimat'la baslamak üzere, Kur'an'in Türkçe çevirileri çikmis. Tamaminin çevirilerinin yaninda, çesitli surelerin tercümeleri de yayimlanmis. 1925 senesinde Meclis Kur'an'i Türkçeye çevirme görevini Mehmed Akif'e veriyor, fakat o vazgeçince vazife Elmalili Hamdi Yazir'a kaliyor. Yazir'in eseri 1935-38 arasi yayimlaniyor (Hak Dini Kur'an Dili). 1932'nin camilerde Türkçe Kur'an okuma seanslarinda kullanilan tercüme Cemil Said'in Kasimiriski'nin Fransizca Le Koran tercümesine dayanarak hazirladigi tercüme. Yani, o zaman da esas mesele Kur'an'in Türkçe tercümesinin olup olmamasi degil, ibadette kullanilip kullanilmamasi.
1932'den alti sene önce 1926 Ramazaninda Göztepe'de bir imam Türkçe namaz kildirinca Diyanet Islerince görevden aliniyor ama Maarif Vekaletince Imam-Hatib Mektebi ögretmenligine ataniyor. Bu esnadaki tartismalarda Diyanet Isleri Baskani Rifat Börekçi, "Türkçe namaz olmaz" diye beyanat veriyor (günümüzdeki tartismalarda da Diyanet benzeri bir açiklamada bulundu). 1932'de Türkçe namaz kildirmalar baslatildiginda da ayni kisi Diyanet Isleri Baskani, fakat böyle bir tavir alisi söz konusu degil. 1926'daki imami savunan bir yazisinda Ahmed Agaoglu söyle diyor:
"Türk milleti alti seneden beri yaptigi muazzam mücadeleyi sirf kendisinin bu inkisafi için icra etmektedir. Yoksa lisani da, dini de ve hayatin diger tecelliyati da eskisi gibi kalacaksa, bu mücadeleden ne fayda olur? Bu nokta-i nazardan , Türkçe namaz kilmis olan hoca, hem lisanimizin ve hem dinimizin inkisafina, yani yaptigimiz mücadele ve inkilabin esaslarina hizmet etmistir."
Burada atifta bulunulan uluslasma programindaki dil ve din baglantisinin belki de en meshur ifadesi Ziya Gökalp'in 1918'deki su misralaridir:
Bir ülke ki camiinde Türkçe Ezan okunur.
Köylü anlar manasini namazdaki duanin...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur.
Küçük, büyük herkes bilir buyrugunu Hüda'ni...
Ey Türkoglu, iste senin orasidir vatanin!
1932 Ramazaninda Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayindan yürüttügü Türkçe Kur'an operasyonunun önde gelen aktörlerinden (bir süre sonra Maarif Vekili olacak) Dr. Resit Galip, Müslümanlik: Türk'ün Milli Dini isimli eserinde söyle diyor:
"Su halde din, dil vasitasiyla insanin milliyetine girmektedir. Burada din, milli bir unsur oluyor. Binaenaleyh din, milliyetin birbirinden ayrilmaz bir parçasidir."
Resit Galip, bu tezin parçasi olarak, günümüzde de çesitli vesilelerle ortaya gelen, Islamin Türklerin eski "milli dinlerine" uygunlugu iddia ediyor. Bunun da ötesinde Hz. Ibrahim'in Babil, Sümer baglantisi üzerinden Türk oldugunu ileri sürüp, dolayisiyla Hz. Muhammed'in de Türklügünü savunuyor. Bu garip tezin ince bir noktasi da, Hz. Muhammed'in soyunu kuzeyden gelen Araplasmis kabilelere dayandirarak tüm Araplari Türk kökenli yapmaktan özellikle kaçinmasi.
"Milli din" tezini savunanlar yapmaya çalistiklari ile Avrupa'daki Reformasyon hareketi arasindaki benzerliklere de dikkati çekiyorlar. Reformasyonun Avrupa'nin ilerlemesine katkisi hatirlatilarak kendi projelerinin de ayni neticeyi doguracagini ima ediyorlar. Dönemin batililarinin da gözünden kaçmayan bir benzerlik bu: ABD'nin Ankara Büyükelçisi Charles H. Sherill A Year's Embassy to Mustafa Kemal adli eserinde Mustafa Kemal ile Martin Luther'i karsilastiriyor. (Ilginç bir tesadüfle Atatürk'ün dini reformist boyutu Time dergisinin "yüzyilin adami" seçimi münasebetiyle tekrar gündeme geldi. Derginin açikladigi 20 kisilik listeye Atatürk'ün alinmamasini editörler söyle izah ettiler: Atatürk'ü Islam dininde büyük reform yapan birisi olarak degerlendirmisler, ama onun yaptigi reform Humeyni'nin devrim girisimiyle büyük ölçüde geriledigi için yüzyila iz birakma açisindan Humeyni'yi listeye almaya karar vermisler.)
Bu ideolojik arkaplan ile 1932 Ramazaninda Istanbul'da baslatilan hutbelerde ayetlerin Türkçelerinin okunmasi ve Türkçe ezan ve tekbir oluyor. Atatürk'ü tam tatmin eden bir müzikalite Türkçe tercümeyle yakalanamadigindan, namaz sonrasi kiraatlarda Kur'an'in Türkçesi "hitabet" seklinde okunuyor. Siyasi iradenin estigi yönü yakalayan bazi imamlar namazlari da Türkçe tercüme ile kildirmaya basliyorlar. 1926'daki hadisenin aksine bu tesebbüsler herhangi bir müdahele ile karsilasmiyorlar. Fakat ülke genelinde uygulanmasi mecbur tutulan hutbe ve ezanin Türkçe olmasi. Halen süren, ve 28 Subat Sürecinde denetiminin siki tutulmasi istenen diger bir uygulama da basliyor: Merkezden belirlenen hutbelerin okunmasi. Diyanetin yayimladigi hutbelerin basliklari söyle seyler: Vatan Müdafaasi; Tayyare Cemiyetine Yardim; Askerligin Serefi; Sagligin Basi Temizliktir; Çalisan Mükafatini Görür; vs.
1940'larin sonu ve 1950 sonrasinda tartisma ortami daha serbest bir hale gelince ve Türkçe ezanin siyasi bedelinin agirligi ortaya çikinca bazi kesimler Atatürk'ü bu Türkçe ibadet devriminden uzak gösterme çabasina girisiyorlar. Fakat Cündioglu'nun derledigi anilar, belgeler Atatürk'ün bu projenin her adimini kontrol ettigine süphe birakmiyor. Mesela, 1932 Ramazaninda Dolmabahçe'deki aksam sofralarina çagrilan hafizlari Atatürk'ün kendisi siniyor, okuma sekillerini düzeltiyor. Eldeki tercümelerin kifayetsizliginden sikayetleri oluyorsa da en azindan seçilmis surelerin tercümelerinin camilerde okunmasindan vazgeçmiyor.
1932'deki bu girisime Istanbul'da on kadar meshur hafiz katiliyor. Bunlarin bir kismi büyük hevesle, bir kismi siyaseten isin içindeler. Cündioglu'nun alintiladigi 1950 sonrasi basinda yer alan tartismalarda çesitli hafizlarin tavirlarini izlemek mümkün. Dolmabahçe'ye çagrildiktan sonra Türkçe Kur'an okumak görevinden, üstelik mükafaatla affedilen, genç Hafiz Asim'in hikayesi ilginç:
Vaazlarinda güzel sesi ve Akif'in siirlerini güzel okumasiyla meshur olan Hafiz Asim'i 1932 Ramazaninda bir gece alel acele Dolmabahçe Sarayindaki sofra meclisine çagirirlar. Içeri girerken sofrada bazilarinin Kur'an'in peygamberin yazdigi bir siir olduguna dair sözleri kulagina çalinir. Atatürk önce elindeki metinden Isra Suresinin Türkçesini okutur, daha sonra istedigi bir sureyi Arapça okumasini söyler. Asim Hakka Suresini okumaya baslar, Kur'an'in bir sair sözü olmadigini belirten kismin sonunda (ayet 43), Atatürk sinirlenip, "Bizim biraz evvel konustugumuz mevzua Kur'an lisaniyla cevap veriyor" der. Asim kendisinin Kur'an'in manasina vukfu olmadigini eger rahatsiz edici birsey olmussa bunun kendinden degil, Allah'in bir tecellisi oldugunu söyler. Bir süre sonra sinirler yatisinca Asim bir miktar harçlikla evine yollanir.