Volume 7, No 4, Winter 1997 |
Bes yil kadar önce bir Arap gazetesinin Türkiye muhabirligini yapan Tunus asilli bir arkadasla sohbetimiz sirasinda Türkiye'den sitayisle bahsedisi hala kulaklarimda. Özellikle Ortadogu'da, halki müslüman ülkeler arasinda hak ve özgürlükler açisindan Türkiye'nin digerlerinden çok daha ileri oldugundan sitayisle bahsederek, ülkenin geleceginin parlak oldugunu söylüyordu. Gerçekten hak vermek gerekiyordu bu gözleme. Türkiye'nin artik halka deger verilen, inançlarin fikirlerin saygi gördügü bir ülke olmaya dogru gidecegine dair ümitler artmisti. Bu gün bulundugumuz noktadan o günlere bakinca bu kadar kisa sürede, istikbali parlak görünen bir ülkenin, nasil karanlik ve çile dolu günleri yasayan ve daha beterini yasamaya kendini mahkum hisseden insanlarin ülkesi olmaya geldigini görmek, insani ürpertiyor.
Olaylara sadece Türkiye eksenli bakmak ve açiklamalari o cihetle yapmak ancak kismi dogrulari ifade etmek olacaktir. Bu gün Dünya politikasinda "Medeniyetler Çatismasi tezinin düsük profil uygulanmasi ile karsi karsiya miyiz?" sorusunu sormak yersiz olmaz saniyoruz. Global düzeyde dünya politikasini yönlendirenlerin Islam ile soguk (gerektigi yerde sicak) savasa girip gelecek yüzyilda onu da zaferle sonuçlandirmak gibi bir hedef edinip edinmedikleri sorusunu sormak çok mu yersiz olur? Çatismadan çok isbirliginin geçerli oldugu bir dünya hayali görenler de çikabilir, bu soruya gülüp geçecek ve ciddiye almayacak olanlar da. Fakat bunlarin en azindan olaylarin yakindan analiz edip delillendirildikten sonra, çok kolay, çok rahat yapilabileceginden emin degiliz. Düsman arayisi içinde olmak, ya da baskalarinin düsman tanimlamalarini gözü kapali kabul ediyor görünmek niyetinde olmasak da, önümüze konan realiteye dikkatlice bakmak, gelecegin nasil sekillenebilecegi konusunda bir tahmin yürütmek açisindan faydali olabilir.
Cezayir ve Tunus'dan baslayarak Suudi Arabistan ve diger körfez ülkelerine kadar halki müslüman olan ülkelere bir göz atildiginda hepsinde "fundamentalizm" ile mücadele adi altinda bir sindirme politikasinin yürütüldügünü görmek Türkiye'de daha "sevimli" bulunan "irtica" ile mücadele adi altinda ayni oyunun sahneye koyuldugunu gözlemlemek hiç de zor degil. Bütün yönetimlerin ortak bir düsmani var o da "fundamentalizm" ya da bizdeki tabiri ile "irtica". Uluslararasi zeminde ise bu "terorizm" ya da "extremizm" ismiyle karsimiza çikiyor. Bu mücadele kapsaminda yapilan zulüm ve katliamlarin çogu o kadar sessiz geçistiriliyor ki o ülke içinde bile çogunlugun bunlardan ya haberi olmuyor ya da tam çarpitilmis sekilde bilgilendiriliyor insanlar.
Halki müslüman olan ülkelerin kiminde "Baasçilik", kiminde "Kemalizm" kiminde "Milliyetçilik", adina yürütülen politikalar hep ayni. Temel paydasi kendi halkina güvenmemek ve halkina ait degerleri elinin tersi ile iterek asagilik duygusu içinde kabule hazir oldugu yeni degerleri halkina gerekirse zorla dayatip bunu kabile seviyesine varan içi bos bir kavmiyyetçilik anlayisi ile maskeledikten sonra tek düze bir egitim sistemi ile tek tip insan yetistirmeyi amaçlayan, bol miktarda yasaklar ile desteklenmis bir politika bu. Maalesef 20. yüzyilda müslüman ülkelerin kaderini en çok etkilemis olan da bu tür politikalar. Bu politikalar bazi detaylarda ayrilsa da halklarin ortak en kutsal degeri olan Islam'a özünde karsi olusta ve müslümanlara karsi duyulan kin ve sistematik sindirme stratejilerinde her zaman ayni kalmislardir. Islam'a karsi kampanyalarda en çok kullanilan argümanlardan biri olan bilim ve teknikte ilerlemek ve muasirlasmak iddiasinda ise bütün bu rejimler yüz kizartici derecede geri kalmis ve ülkeleri her gün daha da perisan duruma sürüklemeye devam etmektedirler. Devletin halkin hizmetinde olmaktan çok onu kontrol etmek ve baski altinda tutmak, hak ve hürriyetleri kisitlamak gayretinde oldugu bütün ülkeler kendi ayaklarini baglamaktalar ve bir ülke olarak uluslararasi arenada hiçbir varlik gösteremeyecekleri simdiye kadar görüldügü gibi simdiden sonra da görülecektir. Global planda Dünya düzeninin ne tarafa dogru seyredecegi ve nasil sekillenecegine kafa yoranlarin en azindan halki müslüman olan ülkelerde bu tür sistemler hakim oldugu sürece o ülkeler için çok büyük bir endise duymamalilar. Planlar yapilirken bu ülkelerin güçleri her zaman için bir fiske ile sallanacak kadar zayif kalacak, her zaman iç meselelerinden basini kaldirip dünyaya bakacak halleri olmayacak bu insanlarin. Güç gösterisi ve kontroldan çikma bazinda da en fazla komsu bir iki devlet birbirine girip, biraz halklarini kirdirarak silah piyasasini biraz daha canlandiracaklar hepsi bu.
Islam'in kuvvetli bir medeniyet projesi ve insanliga çikis yolu sundugu bu anlamda da Bati'li hayat tarzina ve dünya görüsüne karsi en kuvvetli ve istikbal vaad eden meydan okumayi yaptigi dogrudur, lakin bu sadece içten içe hissedilebilen bir olgudur su an için. Nesvünema bulup ciddi sekilde sahnede yer almasi mevcut sartlar dahilinde çok yakin ihtimal görülmüyor, tabii en azindan zahiri olup beser olmak münasebetiyle kisitli olan bakis açisindan bu böyle. Uluslararasi varligini olmasi gerektigi sekilde hissettirmesinin önündeki en önemli engel, bu ülkelerde yukarida bahsedilen yönetici kesim vasitasi ile olusturulan baski ve iç dirençtir, yani daha dis engellere ulasamadan iç engellerin heyhula gibi karsiya dikilmesidir. Bu yenilmeden diger adimlarin atilmasi çok zor görülüyor.
Dört bir tarafindan bu rejimler tarafindan kiskaca alinmis, onlarin disinda ikinci bir çember olarak dünya çapinda binbir çarpitma vasitasiyla, bir yigin olumsuz kavramla özdes hale getirilmis müslüman çikis yolu ariyor bugün. Kendi basindaki zalimlerin zulmünü yine kendi medeniyetinin ana unsuru gibi lanse ediliyor görmek az kahredici bir durum degil. Çözülmez hale gelmis bu denklemi çözecek, çikmaz sokagin önünü açacak en önemli parametre de "güç" olarak karsimiza çikiyor. Eninde sonunda bütün mücadeleler çabalar çileler "güç" ile toparlanmayip noktalanmadiginda akim kaliyor. Zalimler ile herhangi bir insanlik degeri ve hissi bazinda münasebet kurulamayacagi gerçegi iliskilerin bir yerinde kendini apaçik gösterdiginde, müslümanin güç karsisinda tökezlemesini görmek çok acidir. Denklemin en önemli parametresi olan "güç" bulunmasi mevcut sartlarda en zor sey gibi görünüyor.
Gücü olusturan temel unsur insan olduguna göre, sayica çoklugu asikar olan müslümanlar arasinda bunca insanin bu kadar aciz kalmasinin anlamini arastirdigimizda, bu insanlarin ancak bir "yigin" insan olabildigini bundan öte fazla bir sey ortada görülmedigini müsahede etmek oldukça nahos olsa da bir gerçektir. Bu kitlenin güç haline gelebilmesi durumunda bir çok tasin yerinden oynayacagi ve dengelerin degisecegini görmek zor degil. Nasil güç haline gelinebilecegi hususunda en önemli gerek sart müslümanlarin yüksek sesle "Islam" olduklarini haykirmalari, hiç pervasiz, mihnetsiz, garazsiz bir sekilde mevcut bütün sistem, nizam, düsünce tarzi ve hayat görüslerine meydan okuyabileceklerinin ve okuduklarinin bilincinde olmalaridir. "Islam" olanlarin "mümin" olduklarini idrak etmelerini içeren bu süreç; okumak, ögrenmek, tefekkür ve idrak safhalarini içerdigi gibi "hal" safhasi adini verebilecegimiz bir hayata geçirme ve tatbikata koyma sürecini de içermelidir. Bu tatbikata koyma safhasi dagarciga doldurulanlarin sindirilmesi ve gerçekten yararli hale gelmesi, vücudu harekete geçiren enerji yerine geçebilmesi demektir. Bu harekete geçis merhum Akif'in "elleri bögründe yatan saskin adami"nin kalkisi olacak ve bunca daginiklik, basibozukluk ve perisanlik içinde "güç" ün çekirdegini olusturacaktir.
Çaga hakim Islam disi çesitli etkiler altinda yetismis müslümanin kendi davasini bir hizip tarafgirligi bazinda algilayip o yönde ve ona uygun tepkiler vermesi ve politikalar uygulamasi her ne kadar iyi düsünülüp tasinilmis olursa olsun bir çözüm olamaz. Asil kasdedilen müminin kendine has "nebevi" hayat tarzi ve dünya görüsü zaviyesinden olaylara bakmasi, öyle kavramasi ve buna uygun davranmasidir. Insanin kendisi ile, diger canlilar ile tümden evren ile iliskilerini kapsayan bu zaviye, önemli bazi temel unsurlarinda, halihazirda hakim olan ve tüm dünyaya kendisini kabul ettirmeye çalisan anlayislarla çelisecektir. Hatta bu çeliski "mümin" olma iddia ve çabasindaki insanlarda bile görülecek, onlarin kendi nefsi muhasebe ve hesaplasmalari ile bu çeliskiyi asmalari neticesinde mümin, burada bahsedilen standardi ve ümit verici çikis noktasini yakalamis olacaktir. Kendi iç hesaplasmalarini gerçek anlamda tamamlamis "mümin"ler toplulugu, hiç de kolay geçmeyecek bir mücadele sürecine girmis olacaklar ancak bu süreç bütün güçlüklerine ragmen özünde teslim olusun, dosdogru bir itaatin müthis huzur ve güvenini tasiyacaktir. Beseri tehditlerin hepsinin tesirini zihninde ve kalbinde sifirlamis bir sevdalilar toplulugunun, sevgiliye dogru yürüyüsü böylece baslamis olacaktir.
Müslüman halkin gücünü gösterdigi, kendi içinden zalimlere karsi sesini yükselttigi, ne istedigini ne istemedigini haykirip, açik direnise geçtigi hadiseler pek çok degildir Islam tarihinde. Daha çok direnis içten içe olmus, baski dönemleri bir kabuguna çekilme ve içten içe koruyucu tedbirler ile geçistirilmeye çalisilmistir denilebilir. Geçistirme döneminin biraktigi hasarlar, kirip geçirdigi mazlumlar, sadece zulme düçar olduklariyla kalip, ancak hesaplarini ahirete saklayip, ah-u zarlarini hesap gününde sormayi umud edebilmisler. Öyleyse zulüm rüzgarina çignenmeden "güç"ün böylesi tabandan kaynaklanarak gelismesini beklemek ne kadar dogru olacaktir? Dünya bir anlamda oldukça küçülmüs, herhangi bir sorunu su veya bu ülkenin sorunu olarak görmek ya da su veya bu grubu sadece ilgilendirdigini iddia etmek giderek zorlasmaktadir. Bu Islam dünyasi için de geçerlidir. Herhangi bir problem artik ülkeler bazinda degil ümmet bazinda düsünülüp çözümü o zeminde aranabilmelidir.
Burada ortaya konmak istenen soru sudur: yönetimler, ülke sinirlari ve rejimlerden mümkün oldugu kadar bagimsiz olarak en azindan ciddi Islami kaygular tasiyan müslümanlarin, yani o sevdalilardan olabilmislerin, ferdi seviyelerden baslayarak birbirleriyle genis sekilde temas ettigi özellikle entellektüel seviyede görüs alisverisinde bulunup düsünce ve politikalar gelistirebildigi, bunu safha safha ilerleterek uygulanabilir adimlari ortaya koyabildigi ve bunu organize bir sekilde gelistirilebildigi bir atmosfer dogurmak mümkün müdür? Ilk planda kendi hesaplasmalarini yapabilmislerin, "hal" ehli olmaya baslayabilmislerin böyle bir atmosferi olusturmak için kritik kütleyi niteliksel olarak olusturabilecekleri muhakkaktir. Öyle ise gerçekten dertli ve sevdalilarin ellerini bögürlerinden kaldirip birbirine el uzatma ve halka halka zincirler olusturarak hiç kaale alinmayan, yillardir çesitli politikalarin sadece malzemesi ve pahasi olan bu topluluga bir ümit ve taze kan vesilesi olmalari gerekir. Iste "güç"ü asil olusturacak budur. Bu baslatilabildigi anda diger unsurlar bütün baski ve engellemelere ragmen teker teker tamamlanip asil gayeleri ahiretlerini mamur etmek isteyenlerin bu gayeleri önündeki engeller yikildigi gibi dünyalari da mamur hale gelebileçektir. Daha fazla zulüm, daha fazla kan ve daha fazla siddet kapida bekliyor. Yem olmak ve malzeme olmak hususunda aymazlik ve gaflet içinde olanlarin, hele bugünkü dünyada, kimse gözünün yasina bakmayacaktir. Her hesabin üstünde bir hesabi olani hiç unutmadan, O'nun hesabinda kaale alinabilmeyi hak edebilmislerden olabilmeyi özledik.
Kendini beri kilip, bir fildisi kuleden "müslümanlar" hitapli ahkam kesip, idealize edilmis reçetelerden ukalaca bahsederek, meseleyi kisa yoldan "hakiki mümin" olun ki kurtulasiniz, ana temali bir vaaza dönüstürüp aradan çekilmek gibi bir gaflette bulunmaktan, Allah'a siginiriz. Aslinda niçin o "hakiki mümin"lik ölçüsünden uzak oldugu sorusunu derinlemesine soran ve irdeleyen kisi olma ve güçsüz ve perisan bir ümmetin ferdi olmaktan çikisi arayis istegi bu yazinin arkasindaki temel saiktir. Eksiklik, yapilmasi edilmesi gerekenleri söyleyen ya da söylemeye çalisanlarin, olunmasi gereken standardi hatirlatanlarin eksikligi degil, bunlari tatbik edenlerin eksikligidir. Eksiklik, baskalarinin olusturdugu gündemlerdeki günübirlik olaylarla yatip kalkarak, oyalanmayi elinin tersi ile itip, asil gündemi, ona iliskin tefekkürü ve onu belirleyici olabilme idealini hayata geçirme çabalarinin, ölmeden ölüm ötesine göz dikebilenlerin eksikligidir. Zaman gibi elde tutulmasi mümkün olmadan akip giden bir nimetin o akisi içinde tasinabilecek herbir zerre ileride büyük yiginlari olusturmanin ilk sartidir. Kim var nidasi ortada "ben varim" diye "sagina soluna bakinmadan" ortaya atilacak, cevap vereceklerin arayisi içindeyiz. Bu arayis da bir nevi "sagina soluna bakinmak" olarak da, ben varim nidasi olarak da, degerlendirilebilir.
Sefere çikmanin gerekliligini idrak ederek kendini yola vurmak zamani geçmektedir bile. Güçlü olabilme projesi üzerinde ciddi olarak çalisan, ilim ve fikir adamlarinin isbirligini baslatma, planli programli sekilde tesbit edilmis hedeflere dogru teker teker yilmadan yorulmadan yürüyüse geçme davetini yapip buna icabete niyet etmek isteyenlerin bir kivilcimi, ortami ümit yüklü ilik bir rüzgarin sarmasina sebep olabilir. Kendi nefsinde hayat görüsü ve tarzi mesabesinde önemli meseleleri teslimiyet dairesinde halletmis, inancini bilen, imaninin manasindan haberdar olarak sirat-i müstakimden yalpa yapmama azminde, müminlerin kendi disindaki dünyadan da olabildigince haberdar olarak dünya üzerindeki her topluluk, her ortam ve her teskilatta aktif olarak sesini yükseltmeye baslayip bu hususta adimlar atmalari zamanidir. Bu hususta sartlarin iman sahiplerine mecburi bir davetiye çikardigini anlamak zamanidir. Türkiye'de ve Dünya'da müslümanin yasadigi bir nevi kusatilmislik duygusu, melankolik bir içe kapanisa ve kendini bitirise degil sinirlari asan azimli bir tutkunluga, isbirligine ve planli olarak zulmü kirip onun engellerini asma harekatina sebebiyet vermelidir.