Volume 7, No 3, Fall 1997 |
Rahmetli Cahit Zarifoglu'nun Üstad'in bir konferansta sahneye çikisindaki vakari ve etkisini anlatabilmek için bulabildigi sözcük 'müthisti' olmustu. Vefatina kadar Necip Fazil beyin her söz ve davranisinin özünde çevremizde bu müthis olusu hissetmeyen olmamistir sanirim.
Bugün baktigimizda, bizleri temsil ve bizleri yönlendiriyor olma iddiasinda olanlarin, ya da öyle görülenlerin, kisaca ismi su ya da bu ölçekte 'lider'e çikmis olanlarin söz ve davranislari bize 'müthis' dedirtemiyor. Ne oldu? Ne kayboldu? Biz ki 'ha demeden hayran' olmaya aday biliriz kendimizi. Hayret ve hayranlik duygumuzu mu yitirdik? Yoksa bu simdiki bizimkilerin hayran olunacak bir yanlari mi yok? Yoksa her ikisi de mi?
Saniyorum kisilikli tavirlari yigitçe sürdürmeyle bu 'müthisti' dedirten psikoloji arasinda ciddi bir baginti var. Yalakalik kültürünün davranislarini yadirgamaz hale geldigimiz oranda kendimizin ya da bizi temsil edenlerin davranislarina 'müthisti' nitelemesini yapmaktan uzaklasiyoruz. Ve saniyorum, yalakalik kültürünün davranislari tavirlarimiz arasinda yerlesiklik kazandikça biz bizi temsil edenlere karsi olan saygimizi yitiriyor olmanin yanisira kendimize karsi olan saygi ve güvenin de asinmakta oldugunu görüyoruz. Dolayisiyla, aslinda bu bir umut asinmasidir.
'Müthis' kilan sey nedir? Yani, tarif edilemez bir hasyet ve güzelligi, dolayisiyla etkili olusu kendisinde toplayan sey? Yalnizca hitabetteki ustalik, yani belagat mi? Yoksa arada bir masayi olabildigince sert yumruklamak, ya da resmî zulümden korkmadigini zulmün memuru ya da memurlari karsisinda sert ve kaba davranislarla sergilemek mi?
Bir davranisi 'müthis' kilan sey o davranisi sergileyenin ya da sergileyenlerin söz ve davranislarindaki tutarlilik ve olsa gerektir.
Necip Fazil'in her sözü ve davranisi bu müthislikten nasibini aliyordu. Çünkü tüm söz ve davranislari arasinda belli bir tutarlilik vardi ve bu tutarlilik bir süreklilige sahipti. Bu tutarliligi ölçüsünde üzerimizde bir etkiye sahipti. Terkedilemeyecek ve her ne pahasina olursa olsun üzerine titrenilecek olan degerler ve tutumlar konusunda netti, egilmezdi. Onun karsisinda bu deger ve tutumlarin pazarlik masasina getirilmesi düsünülemeyecek olan bir seydi. O günlerin öncülerinin belki tümü için (bir Süleyman Hilmi efendi'yi düsünün, bir Said Nursi'yi düsünün, isterseniz daha eskiye gidip bir Iskilipli Atif'i düsünün) bu fotografi çekmek mümkündür. Ya bugünküler?
Ya bugünküler? Lider diye düsündüklerimizden birisi Islam'a ve Müslümanlara savas açmis birilerinin söz ve davranislarini 'içtihad' kapsami içinde degerlendirmek gibi tasavvur edilemez bir yanlis içinde görünüyor. Ne adina yapiyor bunu, hangi hesap ya da korkuyla? Ne zaman neyi nasil söyleyecegini bir türlü kestiremeyen üslup özürlü bir diger liderse yanlislar kitabina her gün bir yeni parlak sayfa eklemeyi ödev edinmis sanki. Bu sayin lider 'rektör örtülü ögrenci karsisinda selam duracak' demisti bir konusmasinda. Simdi belli bir örtülü ögrenci grubu bu sözün karsiligini ödüyor. Bir lider nerede yasamakta oldugumuzun en çok farkinda olmasi gereken kisidir. Geçtigimiz günlerde belli bir grubun lideri olmak gibi bir sifati tasiyan bir kisinin mahkeme önünde efelenmesini de hiçkimse bir kahramanlik gibi degerlendirme egilimine girmedi. Çok çok kendisi bir mazlum kategorisinde görüldü. Tek tek düsünmeye gerek yok. Biçareler ve sarlatanlar bir tarafa. Elek üstünde kalan öncüler arasinda bile yersiz korkular ve paronaya çok yaygin. Sahip olduklari büyüklük ve zenginlikleri kaybetme korkusuyla bizi biz yapan deger ve tutumlarin terkedilemezligini görmezlikten gelmeyi yegliyorlar. Sahip olduklari nicelikleri koruma dürtüsü onlari yer yer yalakalik olarak görünen günübirlik taktik davranislari benimsemeye kadar götürüyor. Dini hangi pahaya satabiliriz. Bu konudaki Kur'an uyarisini sürekli hatirda tutmak gerekir.
Ve sonuçta, bugün oldugu gibi, kimligimizin alabildigine asinmis oldugu, kendimize güvenimizi kaybetmis oldugumuz, savundugumuzu ve bizi temsil iddiasinda olanlarin da savunduklarini sandigimiz deger ve yaklasimlara kuskuyla bakar hale geldigimiz bir vasati yasar hale geldik. Ve biz bugün niceligin nasil ve ne kadar ayartici oldugunu çok büyük ölçeklerde yasayarak 'aynel yakîn' görmüs olduk. Acaba bu tecrübe bizi yolumuzun bundan sonraki kisimlarinda daha güçlü kilabilir mi?
Nicelik hakkindaki bu degerlendirmemize ragmen niceligin egemenliginden azad olmanin yollarina dair çok fazla düsündügümüz söylenemez. Düsünmedigimiz gibi, bu tür bir azadlik için öngörülen geleneksel yollara da çok fazla itibar ediyor degiliz. Biz neyiz? Neyin davasini güdüyoruz? Hangi sey ya da seylerden neden vaz geçmek istemiyoruz? Hangi seylerden ve nasil vazgeçebiliyoruz?
Büyük bir yozlasmayi mi yasamaktayiz, yoksa cumhuriyet dönemi boyunca Necip Fazil'dan Süleyman Efendi'ye bir çok büyük öncü tarafindan islenmis bir paradigma iflasla mi karsi karsiya? Bana kalirsa birincisi. Bunun yanisira, sözünü ettigimiz paradigmanin da kendini gerektigince yenileyen dinamik bir paradigma olma geregi var. Bir entelektüel canliligi sürdürebiliyorsak bizi ifade eden paradigmanin belli bir dinamizme sahip olmasi kaçinilmazdir. Büyük tehlikeyse entelektüel çabalarin da bir kirlenmeyle malul olmasidir. Bu durumsa tuzun kokmasi gibi bir olaydir. Kisisel kanaatimiz bugün bir yozlasmayi yasiyor oldugumuz seklindedir. Ve korkumuz entelektüel çabalarin da kendisini bu yozlasmanin disinda tutamadigi seklindedir.
Bizi tutan seylerin ne oldugu, ve bizi tutacagi haber verilmis olan seylere ne kadar sahip oldugumuz üzerine yeniden yeniden düsünmemiz gerekiyor. Müthis insanlari özledik. "Müthisti" demeyi özledik.