Volume 7, No 2, Summer 1997 |
Bir-kaç aydir Türkiye önemli olaylarin çerçevesini çizdigi bir geçis dönemi atmosferinde bulunuyor. Bu olaylarin en önemlilerinden birisi galiba Genel Kurmay'in Millî ve Askerî Strateji Konsepti (MASK) önceliklerinde degisiklik yaptigini ilan etmesi oldu. Bilindigi gibi Genel Kurmay konuyla ilgili düsüncelerini kamuoyunun degisik kesimlerine -tabii ki Genel Kurmayca 'akredite olanlar'ina- brifinglerle açikladi. Bu brifinglerle esas olarak Genel Kurmay 'irtica'yi birinci dereceden düsman -'bölücü' PKK'dan daha tehlikeli- olarak ilan ediyor, Iran ve Suriye'yi de önde gelen dis düsmanlar olarak sayiyordu. Bu arada, irticayla PKK arasindaki bir isbirligi ve yakinliktan da söz ediyordu.
Bu brifinglerle ortaya konulan tavir herhalde uzun süre degisik yanlariyla tartisilacaktir. Bu tavrin cumhuriyet döneminde genel ilke olarak benimsendigi iddia edilen 'yurtta baris, dünyada baris' ilkesi ya da yaklasimiyla nasil telif edilebildigi ayri yazi ve tartismalarin konusudur. Biz bu konsept degisikligi açiklamalarinin bizi en çok ilgilendiren yani üzerinde, yakin tarihimizde genellikle dindarlari itham ederken kullanilan basmakalip ve muglak bir kavramin, yani irtica kavraminin kullanilisi üzerinde ve kimligi net bir biçimde tanimlanmamis ya da ifade edilmemis olan bir kesime 'düsman' kategorisinde birinci siradan bir yer verilmesi üzerinde duracagiz. Genel Kurmay'in kendi basina bu tür bir konsept degisikligi yapip yapamayacagi ve bunu kamuoyuna ilan edip edemeyecegi konusuysa Türkiye'deki sistem sorunuyla ilgili olarak ayri tartismalarin konusu edilmelidir. Ama, bu yaniyla olayin Türkiye'de islemekte olan rejimin Bati standardinda bir demokrasi olmayip liberal teokratik bir rejim oldugunu gösteren bir yeni örnek oldugunu da vurgulamak gerekir. Bu baglamda sorulacak olan temel sorulardan birisi Türkiye'de son sözün gerçekten de Millet'e ait olup olmadigi sorusudur.
Genel Kurmay'in bu konsept degisikligi ilanindaki yanlislik kullandigi bir kavramla basliyor. Genel Kurmay nezdinde, asil görev olan dis tehditlere karsi vatan savunmasinin bile geri plana itilmesine neden olan ve birinci dereceden düsman olarak ilan edilen tehdidin adi 'irtica' olarak belirlenmis. Neden böyle anlami net olmayan bir kavram seçilmis düsmani ifade için? Irtica bir düsmanin adi olabilir mi? Hangi irtica? Ve hangi düzeyde bir irtica? Laik irtica mi? Sol irtica mi? Saltanatçi irtica mi? Bildigim kadariyla irticanin eskiyi istemek gibi bir sözlük anlami var. Türkiye'yi 1930'lu yillara geri döndürmek isteyen Halk Partili kafanin gerçek bir mürteci-gerici oldugu konusundaysa bir kuskuya yer yoktur. Genel Kurmay 'irtica' derken dinine bagliligini tüm bagliliklarin önünde gören ve dini, hayatini düzenleyici nihaî otorite olarak gören dindarlari kastediyor olabilir mi? Milletin parasiyla semirmis olduklari resmî belgelerle ortaya konulmus olan 'büyük' gazetelerin, 'Allah' demeyi bile laikligi inciten bir eylem olarak gören kökten-laik bazi köse yazarlarinin yorumuna bakarsaniz 'irtica'nin kastedilmis olan anlami bundan baska bir sey degil. Eger öyleyse bu birinci dereceden tehdit olarak algilanmakta olan 'düsman' halk kesimi için neden anlami daha net olan kavramlar kullanilmiyor? Benim ulastigim ve çok kisinin hiç degilse sezgisel bir biçimde ulastigi sonuç su: Halkin belli bir kesimini hedef alan bu tanimi net olmayan 'irtica' kavraminin seçilisi bilinçlidir. Bu kesimin sinirlari hiç bir zaman net olarak belirlenemez. Bu muglak kavramla tanimlanabilecek olan kesimin sinirlarini yalnizca üç-bes kisilik küçük bir grubu kapsayacak biçimde daraltabilecek oldugunuz gibi, sayilari milyonlarla ifade edilen kitleleri kapsayacak biçimde genisletebilirsiniz de. Bu belirsizlik bir yaniyla tehdit edilen kesim için mümkün olabilecek en genis sinirlari çizme imkanini veriyor ve dolayisiyla tehdidin etkisini artiriyor, bir diger yaniyla da tehdidin hedefinin sayilari üçü-besi geçmeyen ve yasal olmayan eylemleri benimsemis olabilecek küçük bir grup oldugu seklindeki bir ek açiklamayla günün birinde özellikle 'büyük' basin yayin kuruluslarinca güle-oynaya bugün ortaya konulmus olan iddia ve yorumlardan geri dönmenin kapisini açik birakiyor ki bu dolayli biçimde de olsa kendine güvensizligin de ifadesidir.
MASK ile ilgili olarak üzerinde durulabilecek bir ikinci nokta Genel Kurmay'in bu tür bir konsept degisikligini açiklamasinin zamanlamasiyla ilgilidir. Zamanlamasi itibariyle bu açiklamanin medyanin devlet himayesinde büyümüs olduklari artik herkesce bilinen unsurlarinin ve muhalefetin RP'siz bir hükümet için ayaga kalktigi bir döneme rastlamis olusu yalnizca bir rastlanti midir? Bunun yalnizca bir rastlanti oldugunu destekleyen argümanlar oldukça zayiftir. Rastlanti degildir demekse ordunun iç politikaya karistigi ya da karistirildigi anlamina gelir. Ki, iddialara göre Türkiye'de ordunun aktif iç politikaya karismasi/bulasmasi oldukça tehlikeli bir gelisme olur. Bu arada SAIC (Science Applications International Corporation )'in 1996 Aralik konferansi raporunda yer alan bir degerlendirmeyi hatirlayalim:
"Gelecekte Türkiye'deki siyasî felç orduyu muhtiralar vermek biçiminde siyaset içine çekebilir, ki böylece ordu perde arkasindan herseye vaziyet edebilir. Fakat askerî müdahalenin geçmiste oldugu gibi olumlu sonuçlar vermesi muhtemel degildir."
Raporda ordunun degisen rolüne isaret edilerek söyle söyleniyordu: "Her ne kadar ordu devleti laik tutmak için görevini yapacagi uyarilarinda bulunsa da bunu gerçeklestirebilecek gücünün ve toplumsal desteginin bulundugu çok belli degildir. Görünüse göre raporun öngörüleri oldukça erken tezahür etmis görünüyor.
MASK açiklamasi ile Türkiye'yle Israil arasindaki iliskilerin gelistirilmesi ya da gelistirilmek istenmesi arasinda ciddi bir iliski kurmanin mümkün oldugunu saniyorum. MASK ile ilan edilen düsmanlarin Israil'in düsman olarak bildigi ya da belirledigi unsurlarin aynisi ya da benzeri oluslari dikkat çekmiyor mu? Bir diger deyisle, Israil yöneticilerinin de MASK'i tasarlayanlarin da 'düsman' deyince ayni adresleri düsündüklerini söylemek yersiz bir iddia midir? Israil'le iliskilerin gelistirilmesinin Refah Partisi'nin büyük iktidar ortagi oldugu bir dönemde gerçeklestirilmek istenmesi bu gelismelere sonradan dogabilecek muhalefeti simdiden güdük kilma amacini tasiyor olmalidir. Ayni zamanda bu, ismi Islamci'ya ya da 'fundamentalist'e çikmis olanlarin 'iktidar' ugruna neye, nereye kadar tahammüllü ya da toleransli olabileceklerinin ölçülmesi sansini vermesi bakimindan yerli ve yabanci bazi çevrelere son derece ilginç bir gözlem yapma sansini da veriyor olmalidir. Tabii bu, Refah Partisi'ne destek verenler için de bu partinin bugünkü lider kadrosuyla ülkeyi nereye kadar ve nasil götürebilecegi konusunda essiz bir gözlem yapma imkani sunuyor. Bu açidan önümüzdeki günlerde kiyasiya sorgulanacak olan seylerden birisi de Refah Partisi'nin yapisi ve kurulusundan bugüne sergiledigi tavirlar olmak durumunda.
MASK'in argümanlarinin tümüyle geçersiz olan iddiasiysa PKK ile IRTICA -tanimi yapilmamis oldugundan dolayi yaygin biçimde anlasildigi sekliyle bu kavrami, belki yanlis bir biçimde MASK'i tasarlayanlarla ayni dili konustugu izlenimini veren akredite büyük medyanin küçük kalemlerinin de etkisi altinda kalmis olarak dindarlar olarak tercüme ediyorum- arasindaki isbirligi ve yakinlik iddiasidir. PKK'nin Türkiye'de varolan her grup ve kisiyle iliskisi ve isbirligi oldugu iddiasi ortaya atilabilir, ama dindarlarla isbirligi içinde oldugu iddiasi asla. Islam dininin ilkelerini ve yaklasimini hayatini belirleyici yegane kaynak ve otorite olarak bilmis olan dindar Müslümanlar için bu yakistirma bir iftiradir. Böyle bir yakistirmanin delili olamaz. Var oldugu iddia edilebilecek olan delillerinse delil olamayacagini kestirebilmek zor degildir. Her zaman her büyük grup içinde var olabilecek olan üç-bes dengesiz marjinalin mümkün olabilecek davranislarini genellestirmekse en azindan bir strateji degisikligine temel alinamayacak olan münferit vakalar olarak kalir. Genel Kurmay da pekala bilir (ve bilmelidir) ki dindarlarin vatanseverligi kendilerininkinden daha zayif degildir; ve ayrica, vatanseverligi tanimlamak ve vatanseverlerin kimler oldugunu tayin etmek kimsenin tekelinde degildir.
Bu MASK açiklamasiyla gerçekten de bir konsept degisikligi mi yapilmaktadir? Orduyu sistemik güçlerin önde gelen bir unsuru olarak degerlendirirsek, ve ordunun degilse bile sistemin bütününün öncelikli düsman olarak kimi gördügünü -özellikle tek parti döneminde- düsünürsek, en azindan sistemik güçlerin bütününe ait gelenek açisindan çok köklü bir iç düsman konsepti degisikligi yapilmis olmadigini da düsünebiliriz.
MASK'in, kamuoyunda dindarlarin potansiyel düsman olarak görüldügü izlenimini birakmis olan iç düsman tanimi bir büyük yanlistir. 'Milletin ordusu'nu temsil eden Genel Kurmay böyle bir izlenim birakacak muglak ifadelerle bir düsman tanimi yapmamaliydi diye düsünenler haksiz degildir. Böyle bir tanim yapmak bana kurmaylik nitelikleriyle bagdasmayan Stratejik bir YANLIS olarak görünüyor. Ve, bu yanlistan dönülecegini ummak istiyorum.
Yeni oldugu iddia edilen tercihleriyle bu strateji yanlistir. Çünkü, dogru bir strateji sahip olunulan zenginlik ve sanslari mahrumiyet ya da tehdit kaynagi olarak görmez. Ve dogru bir strateji toplumsal barisin altini oymaz.
Dindar Müslümanlar Türkiye için bir tehdit ya da tehdit kaynagi degil bir sanstir. Bu tartisilamaz.
Ne diyelim? Biz hep demokrasiyle yönetilen bir ülkede yasamayi düsledik, öyle oldugunu da düsündük. Umarim bir karabasan olarak yasadigimiz olaylari düsündügümüz çerçevelerde degerlendirilmekten çikarici gelismeler olur. Degilse, filmin bir otuz yil geriye sarildigini kabul etmek gerekiyor. Her hal ve durumda bu gelismeleri yasamamiza sebep olan kisi ve olaylarin tümü üzerinde sahip olmamiz mümkün olabilecek olan ön yargilarimizi da bir tarafa birakmaya çalisarak durmak gerekiyor.