Volume 6, No 2, Summer 1996 |
Istanbul Mektubu
Istanbul Büyüksehir Belediyesi Kültür Isleri Daire Baskanligi tarafindan her ay düzenlenen Dogu'dan ve Bati'dan adli konferanslarin geçtigimiz Mart, Nisan ve Mayis aylarinin konuklari Iskoçyali Islam düsünürü ve yazar Abdülkadir Es-Sufi (Ian Dallas), Malezya Islam Enstitüsü direktörü Prof. Nakib El-Attas ve Ebubekir Siraceddin (Martin Lings) idi.
Abdülkadir Es-Sufi, konusmasinda modern toplumu elestirirken, bankacilik sisteminin ve özellikle faizin, yasanan adaletsizliklerin temeli olduguna degindi. Müslümanlarin Islamin egemen oldugu bir dünyada yasama konusundaki isteklerini hakkiyla hayata geçiremediklerini ifade eden Es-Sufi, ayri ayri uluslar olarak düsürüldügümüz tuzaktan kurtulamayacagimizi, kurtulabilmemiz için ümmet bilinciyle haraket etmemiz gerektigini belirtti.
Müslümanlarin, "modernite krizi" diye bir sorunlari olmadigini kayd eden es-Sufi, modernitenin kendisinin bir kriz oldugunu söyledi. Insan Haklari yerine Ilahi Haklar üzerinde durulmasi gerektigini savunan Es-Sufi, Müslümanlarin Ilahi Haklardan mahrum edildigini belirtti. Müslümanlarin ekonomik açmazlarini da gündeme getiren Seyh Abdülkadir Es-Sufi kagit paranin gerçek bir degeri olmadigini ekonomik sistemin faiz ve kagit para üzerine bina edildigini hatirlatti. Es-Sufi daha sonra enflasyonun kagit paradan kaynaklandigini, degeri sürekli azalan bir kagidi elde bulundurmanin çilginlik oldugunu vurguladi. Cemaati tarafindan hazirlanan ve tedavüle sokulmaya çalisilan "dinar ve dirhemleri" dinleyicilere gösteren Sufi, Türkiye'de dinar'dan çok korkuldugunu isittigini, sistemin, gerçek degeri olan bu paradan korkmakta hakli oldugunu ilave etti. "Islamin canlanmasi kalplerimizde olan bir seydir. Riba bankalarda degil ceplerimizdedir. Kagit paranin kendisi ribadir. Altin ve gümüsün tedavüle sokulmasi bir bankacilik meselesi degildir..." dedi.
Seyh dünya sisteminin mitler üzerine bina edildigini söyledi. Seyhe göre bunlardan biri faiz, spekülasyon, resmi ve özel bankalar, bonolar ve sairelerle beslenen bankacilik sistemi; digeri de seçimlere dayanan meclis hükümetleriydi.
Ulus devlet de --banka hesabi gibi-- bir mitti. Devlet halk iliskisinde halk hep kaybediyordu. Devletin gücü, yurttaslarina yardim etmeye degil, onlari cezalandirmaya yetiyordu. Ayri ayri müslüman uluslar olarak, modern dünyanin karsisinda basarili olamazdik. Ümmet olmamiz, ümmet olarak davranmamiz gerekiyordu.
Riba salt bankalarda cereyan eden bir olay degildi. Kagit paranin kendisi faizdi. Bir ara, bir milyon TL'lik bir bankot çikarip izleyicilere gösterdi: "Ben de milyoner oldum" dedi. Sonra da durup dururken eksilen kagit paralari tasiyip durmanin çilginlik oldugunu söyledi. Sistem, altin ve gümüsü elinde tutuyor, insanlara kagit veriyordu. Çözüm, gerçek degere sahip sikkelere, altin ve gümüse dönmekti. Altin ve gümüsün tedavüle sokulmasi bir bankacilik reformu olarak görülmemeliydi. Bu Allah'in (C.C.) bir emri idi. Bunlari söylerken, kendi cemaatinin dinar ve dirhemini gösteriyordu. Nasil yasamamiz gerektigini Medine örnegine bakarak ögrenebilirdik. Medine örnegi de Imam Malik'in Muvatta'iyla bugüne kadar tasinmisti. Diyordu ki "Imam Malik'in Muvatta'inda, bugünkü ekonominin esasi olan hiç bir seye rastlayamazsiniz."
Nisan ayinin konugu Prof. Nakib El-Attas'in konusmasinin basligi ise; "Islami dünya görüsü: Bir taslak" idi. El-Attas tebliginde Islami dünya görüsünün degismeyen, sabit ve saglam temellere dayanan ana ilkelerini özetlemeye çalisti:
"Bu temel ilkelerin ve tazammun ettigi anlamlarin degisme, gelisme ve ilerleme kavramlari üzerinde dogrudan belirliyeci etkisi vardir. Bu kavramlarin bizim için anlami, degerlerimize, düsünce sistemimize ve yasama biçimimize yönelik bu meydan okumalar karsisinda sahih Islam'a dogru bilinçli ve hizli bir biçimde ilerlemektedir. Degisme, gelisme ve ilerleme gibi kavramlar, ancak Islam'in temel ilkelerini kavradigimiz ve bu ilkeler dogrultusunda eyleme geçtigimiz zaman asil anlamlarini kazanacaktir.
Islam perspektifinden bakildiginda bir dünya görüsü, sadece aklin fizik dünya ve insanin tarihi, sosyal, siyasi ve kültürel faaliyetleri hakkinda sahip oldugu mülahazalardan ibaret degildir. Islami dünya görüsüne, modern Arapça'da kullanilan nazratu'l-Islama li'l-kevn kelimesiyle atifta bulunmak yanlistir. Çünkü nazrat kelimesinin tazammun ettigi anlamin tersine, Islam'in dünya görüsü ne deney ve gözlem verilerine dayanan felsefi bir spekülasyondur; ne de tecrübe dünyasini yani mahluk alemi ifade eden kevn kelimesiyle sinirlidir. Günümüz Islam düsüncesinde ve Arapça'da böyle ifadelerin kullaniliyor olmasi, bizlerin modern seküler Batili dünya görüsünden ne kadar etkilendigimizin açik bir kanitidir. Islam açisindan bir dünya görüsünün hakikat ve gerçeklige iliskin bir vizyon sunmasi ve bunun varlik hakkinda bir fikir vermesi gerekir. Bu yüzden dünya görüsü ile kasdettigimiz, rüyetü'l-Islam li'l-vucud'dur.
Görünen ve görünmeyen alemlerin metafizik bir arastirmasini ifade eden Islami hakikat görüsü, çesitli kültürel olgularin, deger ve geleneklerin bir araya getirilmesiyle olusturulmus bir dünya görüsü degildir. Batili dünya görüsünün tersine, Islami dünya görüsü degisen sartlara bagimli olmayan ve bu sartlarla birlikte degismeyen daimi ve saglam ilkeler üzerine mebnidir. Baslangicta tanri-merkezli olan Bati dünya görüsü, daha sonra tanri-dünya merkezli hale gelmis ve bugün tanri unsurunu da dista birakarak dünya merkezli bir kimlik kazanmistir. Böyle bir dünya görüsünün degisen sartlar ve ideolojik yönelimlere göre degismesi kaçinilmazdir. Buna mukabil Islam'in kültürel, dini ve fikri geleneginde materyalizm, rasyonalizm, realizm, nominalizm, pragmatizm, pozitivizm, mantiksal pozitivizm, kritizm gibi metodolojik yöntemler ve tavirlar arasinda gidip gelen fikir hareketleri olmamistir. Müslüman düsünürler, çesitli yöntemlerle yaklasimlari, birini digerine feda etmeden, kullanabilmislerdir. Arastirmalarinda hatta kendi sahislarinda, ampirik ve rasyonel, dedüktif ve indüktif yöntemleri kullanmis ve subjektif olanla objektif olan arasinda hiçbir çeliski görmemislerdir. Dahasi Islam tarihinde klasik, ortaçag, modern, postmodern zuhur etmemistir... Islam bir kültür formu degildir... Hakikat görüsünü yansitan düsünce ve deger sistemi, bilimin destekledigi kültürel ve felsefi unsurlardan devsirilmis degildir; tersine Islam dünya görüsünün kaynagi, dinin onayladigi ve akli ve sezgisel ilkelerin teyid ettigi vahiydir.
Edebin çöküsü, hayatin her alaninda sahte liderlerin ortaya çikmasina yol açar; zira edebin kayb olmasi sadece tanima ve kabul etme yetisinin ortadan kalkmasini da beraberinde getirir. Otantik tanimlar terk edilir ve bunlarin yerine müphem sloganlar derin kavramlar olarak takdim edilir...
Dil varligi yansitir. Bir dile yabanci kavramlar sokulmasi sadece kelimelerin tercümesini degil, fakat daha ziyade, yabanci bir dünya görüsünün üst sistemine ait sembolik formlarin tercümesini ifade eder. Bu tür yabanci kavramlarin ithalinden sorumlu olanlar, dinin hakikat görüsü konusunda saglam bir temele sahip olmayan ilim adamlari, akademisyenler, gazeteciler, elestirmenler, politikacilar ve diger amatör kisilerdir. Örnegin sekülerlesme kelimesi Islami degildir...
Dilin yapisinda bozulma zihni karmasaya yol açmakta ve temel Islami kavramlar dizgesine ait, ilim, adalet, edeb ve te'dib gibi kelimelerin anlamlari tahrip edilmektedir. Özgürlük problemi buna bir örnek olarak verilebilir. Özgürlük, bir durum olan hürriyet'in degil, bir eylem olan ihtiyar'in karsiligidir. Ihtiyar ile kasd edilen, pek çok degil, fakat sadece iki sik, yani iyi ve kötü arasinda yapilan seçimdir. Çünkü ihtiyar kelimesinin anlami hayr'a baglidir. Dolayisiyla ihtiyar, iki alternatif arasinda daha iyi olani seçmektir. Özgürlük sorunu açisindan bu nokta son derece önemlidir zira iki seçenekten kötü olani seçmek ihtiyar, yani özgürlük degil zulümdür...".
Martin Lings'in konusmasinin basligi "Onbirinci saatte müslümanlarin sorunlari" idi. Salonu dolduran dinleyiciler Martin Lings'in aktüel sorunlara deginecegini bekliyorlardi. Fakat herkesi sasirtan Martin Lings, öncelikle Ingiliz kültürü çerçevesinde onbirinci saatin zamanin sonuna isaret eden bir metafor oldugunu söyledi. "Çok az zaman kalmistir; harakete geçmek gerekli. Modern uygarlik her tarafa yayiliyor. Simdi hiç vakit kayb etmeden onbirinci saatin sorumluluklarini düsünmek ve yerine getirmek zorundayiz. Zamanin sonunda yapilmasi gereken sey, ahireti yani ölümden sonraki hayati düsünmek ve ona hazirlik yapmak olmalidir" diye konusmasina basliyan Lings konusmasinin büyük bir bölümünü cennet ve cehennem mefhumlarina ayirdi. Cennet ve cehennemin mertebelerini Kur'an ve hadislerin isiginda tasvir etti. Buralara gidecek insanlarin mertebelerini ve durumlarini analiz etti. Herkesi sasirtan bu konusmanin arka planini müzakerecilerden Mustafa Tahrali en iyi sekilde özetledi: "Lings, varlik ve hakikat arayisi ile somut dünyada süren olaylarla ilgili olan iki tutuma yer verdi: Biri, varliga dünya ötesi bilgi ve perspektiften bakma meselesi olan "Entellekt akil"; digeri de bu dünyanin somut sorunlariyla ilgilenen "Reason akil". Bu her ikisi arasindaki fark, birinin kalbin nuru olmasi, digerinin beynin maddi bir faaliyetinin ürünü olarak is ve fonksiyon görmesidir. Entellekt akil, insanin kalbiyle düsünmesi yetenegi ve iç ferasetidir. Reason akil ise, somut ve nicel dünyanin maddi ve matematiksel koordinatlari arasindaki iliskileri anlar, kayd eder ve ölçer."
Kisaca Lings akli degil, kalbi bir konusma yaparak sanki öteki dünyadan bizlere seslendi.