Volume 6, No 1, Spring 1996 |
Bizi baskalarindan ayiran önde gelen sey bizim gelenegimize ait olan bir ahlakin bütün davranislarimiza yansimis ve bütün yaklasimlarimiza mührünü vurmus olmasidir.
Nereden bakarsak bakalim önem vermek zorunda oldugumuz bir ilkedir ahlakli olmak. Su ya da bu gerekçeyle, su ya da bu uzunlukta bir dönem için ilkelerimiz ve inancimizla çelisir yaklasim ve davranislari benimsememiz, ya da benimser görünmemiz yakistirilmamistir bize. Emin bilinmek, her ne pahasina olursa olsun güvenilir olmak bize miras birakilmis bir niteliktir. Reddi miras anlamini tasiyabilecek tersi bir tutum cesaret edilemeyecek bir tutumdur.
Ahlakli olmayi dar bir içerige mahsus kilamayiz. Ahlakli olmak derken günlük hayatimizi hemen tumuyle kusatan bir keyfiyetten söz ediyoruz. Her türlü bozulmayi ve sapmayi nefsimizde hemen hissedebilmenin vazgeçilemez donanimidir ahlakli olmak. Zamanin imtihani oldukça çetin. Modernlesmeden çesitli türlerde iktidara sahip olmakliga kadar hersey bizi pragmatik ve oportunist davranislara itiyor. Hemen hepimiz su ya da bu düzeyde, dünyevi olmasi itibariyle mutlak anlamda küçük olan bir takim ünvanlar ve belli rahatliklari edinmek, onlari muhafaza edebilmek ve belli güç ya da etkilere sahip olmak için kolaylikla mazeretler düzüyor, yaklasim ve tavrimiza mesruiyet kazandiriyoruz. Er ahlakini resmeden davranis ve tutumlar artik menakib kitaplarinda rastladigimiz ve çogumuz için bir retorikten ibaret anekdotlar durumundadir. Savunulabilir bir duruma sahip miyiz dersiniz?
Ahlaksizlik derken daha çok kisinin büyük ve küçüklere karsi olan davranisi ve karsi cinsle mesru olmayan iliskileri gibi tutumlari ya da açikça suç olan hirsizlik ve dolandiricilik gibi daha çok kisisel düzeyde cereyan eden bazi fiilleri düsünmeyi yegler olduk. Böylesi isimize geliyor. Ahlaki bozulus daha baslangiçta, bu düsünüs tarzini seçiste kendisini açiga vuruyor. Sözünü etmek istedigimiz ahlaki bozulma kisisel boyutun üzerinde daha genis çapli etkilere sahip olan ilgili birtakim ilkelerle iliskimizdeki çarpikligi kapsiyor. Bir ilkeyi neden ve ne zaman yüceltecegimiz, ya da ona ne zaman sirtimizi dönecegimiz kestirilemez oldu. Her olumsuzluga ve ilkesizlige kolaylikla mesruiyet kazandirir olduk. Disaridan bakildiginda tüm sinirlari çignemede kararli gibi görünüyoruz. Daha da kötüsü, bu görüntümüz bize ürperti vermiyor.
Bozulusumuzun her boyutunu ayri ayri isimlendiriyor, onu peçeliyor, ve birakin ona mazeretler ariyarak kendimizi rahatlatmayi, bazan neredeyse bir fazilet gibi sunuyoruz onu.
Vurgulamaya çalistigimiz bu ahlaki yozlasmayi hemen her alanda yasiyoruz. Bugünkü anlamiyla zaten kirli ve kirletici bir mekanizma oldugu seklindeki bir tartismanin konusu olan siyasetteki bozulma ya da kirlenme en açik görüneni. Ama bozulma yalnizca siyasi ahlakta degil. Komsuluk ahlakimiz pek mi savunulur durumda? Ya ticaret ve is ahlakimiz? Imkanimiz oldugunda ihtiyaç sahibi bir kardesimize borç vermenin, ya da yakinda ya da uzakta ihtiyaç sahiplerine yardim gerekliligini gördügümüzde enflasyonun, döviz kurlarinin ve faiz oranlarinin agirligini elimizin ve gönlümüzün üstünde hissediyor muyuz, hissetmiyor muyuz? Tümüyle disimizda olusan ekonomik atmosferin ve sistemin sagladigi avantajlardan faydalanarak yapilan kâr ve birikimler bizim idealimiz olmaktan çok uzak bir ahlaki besliyor. Bu ortam içerisinde, ne oranda harcanilan emek ve göze alinan riske bagli oldugu tartisilir olan kârlarla varligi büyüyen bir tüccar ya da is adami da galiba giderek kendisinin bir parçasi haline geldigi bu sistemin gerektirdigi ahlaki benimser oluyor. Yaptigimiz bir isi hakkiyla yapmada, mükemmelin arayicisi olmada ve verdigimiz sözde durmada ne kadar dikkatliyiz? Ya paylasabilme ahlaki? Diger taraftan, ilmiyle amil olmak da bir ahlaki niteliktir. Bizim medeniyetimizin can suyuydu bunlar. Yeni bir olusumun da olmazsa olmaz gerekleri. Bir bakima, ahlakimiz üzerinden bu dünyanin geçici bir sinav dünyasi oldugu bilincini yansitan çizgiler iyice silinmis gibidir. Dünyevilik her boyutuyla bizi hemen her yanimizdan kusatmis görünüyor.
Yakin çevremizde hemen pekçok kisiyi bu bozulma ve kirlenmeden söz ederken görürüz. Konusmalarin üslubuna baktigimizda bu kirlenmenin genel olarak bizim disimizda cereyan ettiginin varsayildigini farkedebiliriz. Hatta dahasi, dindar kesimi temsil iddiasindaki yapilar içerisinde aktif olarak yer alanlar bu yozlasmaya ve kirlenmeye karsi çare olarak kendi varliklarini ve iktidarlarini önerirler.
Oysa ki, yillardir çogumuzun gözlemledigi gerçek oldukça farklidir: Yozlasma ve kirlenme aslinda özellikle bizde ve bizim kendi çevremizde cereyan ediyor. Disimizdaki kirlenmeyi anlayabilmek mümkündür. Yabancilasmayi genel olarak benimsemis çevreler aslinda bilinçli ya da bilinçsiz olarak zaten bizim savunmakta oldugumuzdan daha farkli olan, ve bizatihi bir yozlasma olan bir ahlaki tercih etmis durumdadirlar. Onlarin tercih etmis oldugu bu ahlak ana unsurlari itibariyle Bati patentlidir ve manevi faktörlerin belirleyiciliginden nasipsizdir. Onun için, genel olarak Batici politikalarin etki alani içerisinde kalmis olup Islam inancinin etkin olmadigi anlayislarla dünyalarini heder etmis ya da etmekte olan bu çevrelerde gördügümüz ahlaki yozlasma çok daha büyük bir problemin, bir yabancilasma probleminin, ya da yanlis bir dünya görüsü tercihi probleminin bir parçasidir. Onun için de, bizimle ayni dünya görüsünü paylasmayan çevrelerde varoldugunu gördügümüz ahlaki bozulmayi salt bir ahlaki erozyon gibi ele almak yanlis olur. Bizim asil üzerinde durmak istedigimiz sey bizim kendi öz çevremizde, Islami degerleri yüceltiyor görünen, Müslüman kimligini komplekssiz bir biçimde kendine yakistirmak istedigi sanilan çevrede hissedilen ya da görülen ahlaki bozulma. Ilginç bir biçimde bu bozulmanin piramidin tepesine yakin yerlerde yer alanlarda, yani belli bir iddiayi ortaya koyanlarda daha fazla olduguna tanik oluyoruz. Örnegin, daha önceki bir yazimizda da sözünü etmis oldugumuz gibi, entelektüellerimiz de ahlakli olmakliktan soruldugunda fazla yüksek puan alabiliyor degiller. Son dönemde bu entelektüellerin siyasi himayeden fazla rahatsiz olmadiklarini, rahatsiz olmak ne kelime, bu himayeden fazlasiyla memnun olduklarina tanik olduk. Oysa ki eskiden, entelektüele resmi himayenin bir CHP gelenegi oldugunu ve resmi himayenin çürütücü etkileri oldugunu düsünürdük. Ama, himaye ya da destek görenler bizler oldugumuzda yaklasimimiz biraz farklilasmis görünüyor. Düsünelim: Normalde bir belediyenin temel görevleri arasinda kültürel ya da siyasi nitelikli çalismalar yoktur. Bir belediyeden asil beklenen seyler sehrin yoluyla, suyuyla, gaziyla, havasiyla, vd. ilgili faaliyetleri sürdürmesidir. Bu tür faaliyetleri sürdürsünler diye belli fonlar emanet edilmistir belediye yetkililerine. Bu tür ihtiyaçlari henüz mükemmele ulastirilamamis olan bir sehir belediyesinin kültürel faaliyetler çerçevesi içerisinde bu kez 'bizim' entelektüellerimize imkanlar sunuyor olmasi çogumuzu bir sekilde memnun ediyor. Kendimizi sanki bir rövansi oynuyor, dogal bir hakkimiza kavusmus gibi hissediyoruz. Adeta, Nasreddin Hoca fikrasindaki ifadeyle biraz da 'bizimkiler ölsünler' gibi düsünüyoruz. Burada, ayni sehrin bir gecekondu semtinde birtakim yoksullar suradan buradan su tasimaya çalisirken bu belediye imkanlarindan istifade etmekte bir mahzur görmemekte ahlaki bir yozlasma hissetmiyor muyuz? Belediye faaliyetlerine harcanmasi gereken fonlari birtakim kültürel nitelikli faaliyetlere harcamada emanete sahip olmak açisindan bir sakinca görmüyor muyuz? Siyaset alanina bakalim: Bizim adimiza siyaset yapma iddiasiyla meydanlara çikmis olanlarin farkli ve bize özgü bir siyaset yapmasi beklenir. Peki öyle mi? Su son seçimden sonra günlerce seyrettigimiz görüntüler birçogumuzun midesini bulandirmadi mi?
Bu yazida araçlar üzerinde bir tartisma açma niyetinde degiliz. Yani, bir zamanlar çok tartisilmis olan Islamin öngördügü hedeflere ulasmada siyasal partiye birtakim islevler yüklenip yüklenemeyecegi konusu. Yaklasik otuz yildir bu ülkede Islami bir dünya görüsü olarak da seçmis olanlar kendilerini kendileri temsil etme yaklasimiyla siyaset yapmaya yogun bir biçimde ilgi gösterdiler. Bu yaklasimda uzun bir süre büyük bir yanlislik yok diye düsündü çogumuz. Ancak, küçük ya da büyük güç ve imkanlari tasarruf edebilme firsatlarinin dogusuyla birlikte böyle düsünenlerimiz düsüncelerinin ne kadar dogru oldugu uzerine yeniden yeniden düsünme ihtiyaci duydular. Çünkü, bu günlük siyaset mekanizmasinin kendi içinde aktif faaliyet yapmak uzere bulunani çok açik bir biçimde kirlettigini görduk. Küçük ya da büyük ölçekli bir iktidara sahip olmaninsa daha da yozlastirici bir niteligi var. Gerçi hala bu kirlenmenin kisilerin kendi zaaflarina dayandigi iddia edilebilse bile, bugünkü isleyis sekliyle bu siyaset yapma mekanizmasinin da ahlaken yozlastirici bir yapisi oldugunda saniyorum çok kimse mutabik. Bu yapilari en üst düzeyde temsil edenler iktidar yolunda neredeyse Makyavelist denilebilecek pragmatist tutumlar benimsemekte bir mahzur görmüyorlar. Yani, hedefe ulasmak için mümkün olan tüm tarzlari ve kaynaklari kullanmak. Böyle olunca tabii ki ahlaki ilkeler ille de belirleyici olmasi gereken bir faktör olmaktan çikmis oluyor. Bu kisilerin bu açidan yapilmis herhangi bir elestiriye muhatap olduklarinda yaptiklari açiklamalarsa yine pragmatist bir yaklasimla yapilmis açiklamalar. Ve, yazimizin basinda da belirttigimiz gibi hiç kimse yozlasmis olmakligi kendi üstüne alinmiyor. Bir takim taktik davranislar olan her türlü faydaci, çikarci ya da firsatçi tutuma 'nefsi için isteyen namerttir' idealizmi (!) çerçevesi içerisinde mesruiyet kazandirilarak olaya müdahil olanlarin bir gönül rahatsizligi duymalarinin önüne geçiliyor. Ama herkes biliyor ki, bir tutuma belli bir bakis açisindan mesruiyet kazandirma, onu makul ve hakli kilma çabasi (justification) onun dogruluguna delil teskil etmiyor. Siyaset yapmaya aday olanlar arasinda yaygin bir biçimde görülen belli kisilere ve özellikle lidere karsi tabasbus ise ciddi bir ahlaki zaaftir. Siyaset yapmaya soyunanlar nezdinde tanik olunan bir baska ahlaki bozulmaysa kitleye tabasbus, 'kitle yagciligi' seklinde ortaya çikan davranis biçimidir. Bu davranis biçimini çok kimse bir bakima yapilan isin rajonu olarak görme egilimindeyse de, bu esas itibariyle köklü bir ahlak erozyonunun önemli bir parçasi durumundadir.
Islam kimligini pazarliksiz olarak benimsemis, ve bu kimligin insani olmaktan onur duyan insanlari su ya da bu alanda temsil edenlerin kendisini kurtarmasi gereken seylerin basinda pragmatizm geliyor. Pragmatik yaklasimlarla elde edilebilecek kazanimlara sirt dönmeyi bilebilmek gerekiyor. Tutarli olmak terkedilemez ilke olmali. Her gün esen rüzgara göre rota çizemeyiz. Yelken tutus sekil ve tarzimiz rüzgarin esis yönüne ve siddetine bagli olarak belli bir farklilik gösterebilse de genel tutumumuz ve rotamizda ciddi degisiklikler sergileyemeyiz. Bizi zora sokacak ya da yanilgilara sebep olacak özdeslestirmelere sebep olacak davranislarda bulunma hakkina sahip olup olmadigimiz üzerinde düsünmek zorundayiz. Uzun vadeli stratejik bir tercih farklilasmasi olmadikça dün savundugumuzu bugün de savunmaliyiz. Dahasi, kendimiz için savundugumuzu baskasi için de savunmak durumundayiz. Günübirlik sartlara bagli olarak durmaksizin taktik davranislar içinde bocalayip durmak, 'dün dündür, bugün bugündür' yaklasiminin bir versiyonudur ve gelecek sunan bir yaklasim olamaz. Güven kaybina yol açabilecek ve birakin çevreyi, kendimiz de bile yeni arayislara sebep olabilecek tutumlardir bunlar.
Her boyutuyla ve her anlamda en güzel ahlaki görünür kilmak. Bunun üzerinde düsünmeye, bir nefs emniyetine düsmeksizin böyle bir bakisla kendimizi aritmaya ihtiyacimiz var. Hirslarimizin gemlenisinde buna ihtiyacimiz var.
Bir toplulugun önde gelenleri, yani o toplulugu temsil durumunda olanlar kuskusuz ki daha bir dikkatli, daha bir ölçülü olmak durumunda. Söyle söyleyelim: Su ya da bu düzeyde birilerini temsile soyunanlar --siyaset alaniyla sinirli degil-- sözleri ve davranislarinin ait olduklarini düsündükleri kitleyle özdeslestirildigini, ve o kitle açisindan kisa ya da uzun bir vade itibariyle baglayici oldugunu dikkate almak zorundalar. Ayrica, bu temsil konumunda olanlar, dogrularinin oldugu gibi yanlislarinin da temsilcisi olduklari kitle nezdinde emsal olusturdugunu bilmeliler. Bu onlar için bir sorumluluktur. Dolayisiyla, temsil konumunda olan kisiler açisindan ait olduklari kitleyle ne derece bütünlestiklerini, onlari ne derece temsil ediyor olduklarini anlamaya çalismak önemlidir. Bu da temsil edenlerle temsil edilenler arasinda ciddi ve saglikli ve sürekli bir iletisimin ve belki ciddi bir özelestiri mekanizmasinin varligini gerektirir. Bu da, tüm yapilarda, özellikle temsil edenler ve ama ayni zamanda temsil edilenler açisindan da belli bir ahlakin varligini gerekli kilar. Temsil etmek bir ahlaki gerektirdigi gibi, temsil edilmek de gerektiginde uyarmaya, ve hatta gerektiginde usulünce müdahale etmeye götüren belli bir ahlaki edinmeyi gerektirir. Yanlislarin köklesmemesi ve geleneklesmemesi için hayat verici bu tutumun --belki özellikle siyaset alaninda-- ahlak olarak benimsenme zorunlulugu var. Gelecegin ilkelere bagli olmaktan çok kisisel özelliklere, yeteneklere ve zaaflara bagli olarak sekillenmesini önlemek belli bir bütünlüge sahip bir ahlaka sahip olup olmayisimiza baglidir.