Volume 5, No 2, Summer 1995 |
Bu yazidaki görüsler bir önceki sayida yazilanlarin egitim üzerinde yogunlasmis bir devami mahiyetindedir.
Muhtevada kaliteden kasit, egitimin yalnizca kantitatif olmakla kalmayip, en az onun kadar, belki daha da fazla kalitatif olmasinin amaçlanmasidir. Diger bir deyisle, maddi egitimin yanisira kalbe hitab eden manevi muhtevali egitim usülleri gelistirilmelidir. Bugünkü egitimde böylesi bir unsur hemen hiç mevcud olmadigindan bunun nasil yapilacagini kestirmek bize oldukça zor geliyor. Bu konuda eski ulema-i kiram hazeratindan ögrenecegimiz çok seyler olmalidir. Diger batili olmayan kültürlerden de istifade edilebilir. Bugün insanlik egitimdeki maddi ve manevi bilgi vasiflari arasindaki müthis bir oransizliktan muzdariptir. Maddi bilgi çok yüksek miktarlarda üretilip depolanirken, buna mukabil manevi bilgi eksikligi, hikmet fukaraligi had safhadadir. Eskilerden ögrenecegimiz usullerin yani sira bugünkü sartlara uygun bir takim usuller de gelistirilebilir. Mesela ögrenim süresinin mühim bir kismi disarida, hayatin içinde geçirilebilir. Emr-i bil-maruf ve nehy-i anil-münker, hastalarin, hastanelerin ziyareti, insanlarin izdirap içinde oldugu hayat vechelerini müsahade etme, onlara yardim için aktif görev alma, gayri müslimlere hikmet ve güzel ögütle davet yapmayi ögrenme, vb. uygulamalar talebeye ilmen ve ahlaken çok seyler kazandirir. Hatta bazi egitim programlarinda, talebenin, dünyanin baska bir yerinde süregelen bir cihada istirakleri mecbur tutulabilir. Bu onlarin cihadin gerçek sartlari ile yüz yüze gelmelerini, mücahidlerle omuz omuza çarpismanin ruhunu yasamalarini, küffarin mezalimini müsahade etmelerini saglar. Cihadda Islam gayreti çok olanlar, manen ve ahlaken çürük çikanlar, cihada gönderilen kafilenin basina tayin edilen hoca tarafindan tesbit edilebilir. Iste böyle zor sartlarda imtihanlari kalite yönünden geçen, samimiyetini, Islam gayretini sözle degil fiille ifade edenler, ileride devletin çok kritik pozisyonlarina aday olabilirler. Mesleki egitim esnasinda da o meslegin gerektirdigi ahlakin edinilmesi için ustalar yaninda uzun pratik egitimden geçmeleri icab edebilir. Meslegi iyi ögrense de o meslegin ahlakini özümseyemeyenler geçer not almamalidirlar.
Tefsir usulü talebeye, Kur'an'i dogru anlamanin yollarini ve heva ve hevese göre yorumlama hatasindan kaçinmayi ögretir.
Hadis usulü, peygamber, sahabe ve tabiine dair haberlerin muhaddisler tarafindan bize ulastirilma metodlarini açiklar. Saglikli bir tarih bilinci kazandirir.
Fikih usulü de, ilk iki usulün isiginda, Kur'an ve sünnetten hüküm istinbat etmenin yollarini gösterir.
Giris seviyesinde de olsa bu usulleri ögrenmenin çok önemli yararlari vardir:
Mesela son noktayi bir az açiklayalim:
Bugün bir ögrenci, okulda matematik ögrenir. Ona temel islemler, ve giris seviyesinde matematigin metodu ögretilir. Tabii, ögrenci bu bilgiyle bir matematik uzmani olmaz. Kendisine yüksek matematik ile ilgili bir konu getirilse, bunu bir uzmanina sormak gerektigini söyler. Ama günlük hayatinda gerekli olan kadarini bilir ve kullanir. Mesela, alisveriste parasinin üstünü hesaplayip, eksik çikarsa hesabina pek ala güvenerek, hakkini taleb edebilir. Iste buna benzer sekilde, üç usul hakkinda iyi bir fikir edinmis bir müslüman da zor fikih meseleleri karsisinda tevazu ile haddini bilecek, bu usullerden habersiz günümüzün çay sohbeti müctehidleri gibi ikide bir ictihada kalkismayacaktir. Ama öte yandan, mesela, bir ayetin zoraki tevillerle heva ve hevese gore yorumlandigini görünce buna karsi hemen net bir tavir koyabilecektir. Çünkü ne de olsa temel bir usul bilgisi vardir ve çizmenin nerede asildigi hakkinda iyi bir fikre sahiptir. Yine böyle bir temele sahip bir müslüman bozuk veya süpheli bir ictihad veya görüsü görünce, ondaki bozuklugu ilmi yönden tesbit edemese de, bir gariplik oldugunu hissedecek ve süphelenip bilenlere sorabilecektir.
Fikih usulü ögretimi için de güzel yollar gelistirilebilir. Hayattan alinan olaylar incelenip, nasil çözümlere ulasildigi, eski ihtilafli bir meselenin kadim ulema tarafindan nasil derinlemesine arastirildigi, örneklerle gösterilebilir. Bazi yeni meseleler ögrencilere verilip çözümü hakkinda teklifler getirmeleri istenilebilir. Ögrencinin böyle bir dersten geçmesi için, meseleye dogru yaklasip yaklasmadigi, usulü kavrayip kavramadigi kistas olmalidir, dogru çözümü bulmasi degil.Mesela böylesi bir egitimin yoklugu yüzünden, bugün müslümanlarin bir çogu hristiyanligin temel doktrini hakkinda bir sey bilmez. Bütün bilinen, teslis akidesi, Isa (as)'in tanri oglu oldugu telakkisidir. Yahudilik hakkinda da bilgiler son derece sathidir. Diger dinler, mesela dogu dinleri, budizm, hinduluk hemen hiç bilinmez.
Yine temel egitimin bir parçasi olarak Arapça ögretilmelidir. Ümmetin ortak dilinin Arapça olmasi gerekir. Bundan taviz verilemez. Temel egitimdeki Arapça, hiç olmazsa okudugunu anlayacak kadar olmalidir. Böylece temel egitim almis, meslek sahibi olup, daha ileri egitime devam etmemis bir müslüman Kur'an'i , hadisleri ve sair Arapça nesriyati okuyup anlayabilecek, ana dili baska olan bir müslümanla iyi kötü anlasabilecektir. Ileri egitim seviyelerinde, hatasiz yazacak kadar kuvvetli bir Arapça ve egitim dalinin gerektirdigi bir baska dil ögretilebilir.
Pratige öncelik verilmesi, kabiliyetlerin ortaya çikmasini, ve ögrencinin süratle gelismesini temin eder. Meshur bir çok batili bilim adaminin liselerde, üniversitelerde basarili olamadiklari veya gayet vasat bir ögrencilik geçirdikleri biliniyor. Ögrenci kabiliyetli oldugu alanda zevkle çalismakta, o alan ihtiyaç gösterdiginde bir baska disiplini ogrenmek de o kadar zor gelmemektedir. Halbuki o baska disiplin, ögrenci kendini pratikte gelistirmeden önce verilirse, çok zor gelmekte ve ögrencinin sevkini kirmaktadir.
Buraya kadar yazilanlarin teklif niteliginde oldugu hatirda tutulmalidir. Bunlar bir çok kimseye ütopik görülebilir. Süphesiz talebenin çok ideal sartlarda, egitim görmelerini ummak, onlarin mükemmel olarak yetismelerini beklemek gerçege uymaz. Ama yine de, kabul edilebilir bir seviyede kalite ve ahlak seviyesinin tutturulmasi niçin hedeflenmesin?
Bu yazida anlatilmak istenen, her seyden önce böylesi konularda düsünmeye baslamak, teklifler getirmek, içinden çikilamaz gibi gözüken zorluklarin, Kur'an ve sünnet isiginda, genelden özele, mücmelden teferruata dogru, problemleri daha küçüklerine parçalayarak, daha elle tutulur hale getirmenin pekala mümkün oldugunu göstermektir. Önümüzde dag gibi duran problemlerin bizi yildirmamasi gerektigi, bir kere baslanirsa hiç de o kadar içinden çikilmaz olmadiklari görülecektir. Diger bir deyisle mesele metod ve yaklasim meselesidir. Yoksa, bu satirlarin yazari, kendisinin egitim konusunda uzman olmadigini, degerli müslüman arastirmacilarin bu konularda çok daha önemli görüsleri olabilecegini itiraf ediyor.
Islam devletinin uzak bir gelecekte gerçeklesecegini, bu tür düsüncelerin erken oldugunu düsünenler olabilir. Bugünkü sartlarda ise, mevcut egitim düzeni göz önüne alinirsa, bazi Islami alternatif egitim sistemi tekliflerinin resmi bazda uygulanmasi imkansizdir. Ama yine de Islam davetçilerinin gayri resmi egitimi pratik olarak saglanabilir. Zaten davetçi için resmi bir diploma degil, davetinin geregi olan vasiflarla mücehhez olmasi önemlidir. Mesela üç usulden habersiz, mevcut hakim küfür sisteminin arkaplanini bilmeden, saglikli bir mantik bilgisi olmadan nasil etkili davet yapilabilir? Öyleyse, Islam davetçileri ve öncülerinin daha iyi yetismeleri için bugün de hayata geçirilebilecek bazi uygulamalar olmalidir.