Volume 4, No 2, Summer 1994 |
Türkiye'deki düzenin yetmis yildir ehlilestirip, özümsemeye çalistigi iki olgu her zamankinden daha bariz sekilde gündemde. Bunlar Kürtler ve Islam. Aralarinda farklar olmakla beraber, Türkiye'de "sorun" olmalarinin ortak bir yönü var: Her ikisi de Türkiyelilerin kim olduklari ile alakali. Resmi ideolojinin ürettigi kimlikle kendi gerçekleri uyusmayan insanlarin sikintilarinin yüze çikisi.
Bundan hareketle "resmi kimligin" tamamen basarisiz bir proje oldugunu söylemek hata olur. Bazilari genis bir hayal gücü, bazilari müthis sig bir idrak gerektiren yorumlarla bu resmi kimlige sarilan kesimler oldugu gibi, muhalefetin bir kisminin da düsünme sekillerini ve istilahlarini resmi kimlik çerçeveliyor.
Resmi ideolojinin en önemli savlarindan birisi kendisinin geçmisten tamamen bir silkinis, lider kadrosunun müstesna yetenek ve becerileri ile insa edilmis bir siçrama oldugudur. Yani 1923 tarihin yeniden basladigi senedir. Lider kadronun çizdigi yolun izini geriye dogru sürmek pek tesvik edilmez. Bir mitolojik mükemellikte uzak geçmisimiz, bir bataklik seklinde yakin geçmisimiz ve nihayet aydinliga çikarildigimiz cumhuriyet dönemimiz vardir. Ilkokuldan üniversiteye kadar resmi anlati kaba hatlari ile böyle. Türkiye'de --özellikle Islami-- muhalefetin bir kismi elestirilerini Kemalizm üzerinde yogunlastiriyor. Bu dogal, fakat bunu yaparken sig bir sekilde Mustafa Kemal Atatürk'ün üzerinde takilip kaliyorlar. Böylece zimnen resmi ideolojinin tarih tasnifini kabullenmis oluyorlar. Halbuki yapilmasi gereken Kemalizmi ortaya getiren lider kadronun varisi oldugu entellektüel, siyasi, içtimai birikimin izlerini gerilere dogru sürmek; geçmisin mücadelelerinde molozlarin altinda kalmis tohumlardan bugün fidan verebilecek olanlar var mi diye bakmak.
Geçmise bakanlarin bir kismi da "bayrak isimler" pesinde atlayarak dolasiyorlar. Geriye dogru giderken ilk durak Sultan II. Abdülhamid Han oluyor, sonra soluk Yavuz Sultan Selim Han'da aliniyor. Destan ve efsanelerin bir toplumun iç uyumunu olusturmasina, toplumsal hayati bireyler için anlamlandirmasina katkisi vardir, ama simdi bulundugumuz durumda geçmise sakin ve aklimizi kullanarak bakmamiz gerek.
Bu geçmis muhasebesinde Türkiyeli müslümanlar olarak özellikle ayiklayip, açiga çikarmamiz gereken Islami nasslarin yaninda tasidigimiz, neredeyse kutsal saydigimiz, bazi kavramlarin nesebleri. Burada anahtar kavramlar devlet, vatan, millet. (Bunlardan ilk ikisi nisbeten yeni olmakla beraber, "millet"in Kur'an'daki istilahindan simdiki haline dönüsümüne de egilmek gerek.) Bu sandik temizligi bugünkü bunalima kalici çözümler bulmak için elzem.
PKK'nin önderligindeki Kürt hareketine bakildigi zaman, Türkiye'de "biz bu oyunu daha evvel de gördük" diyen çok insan var, ama "gördükleri oyunlar" farkli. Islami endiseleri olan kisiler açisindan görülmesi gereken su: Bir defa daha müslüman bir halk, Batici bir elitçe yugrulmak isteniyor. Kavgada taraf olan her iki kesim de ayni kuyudan su içiyorlar aslinda, yeni yetmeler nöbet degisimi istiyorlar. (Bu baglamda, PKK beyanatlarinda Marxizmin dozajinin azaltilip, Islama agirlik verilmesi de Milli Mücadele tarihi ile ironik bir yansima olusturuyor.)
PKK'nin niteligine yukarida degindigim kavram kargasasi da eklenince müslümanlarin tavir almalari zorlasiyor. Bosna gibi iyi ve kötünün sarih oldugu konularda birlikte ses çikarabilirken, Türkiye'nin içinde sürmekte olan savas konusunda hepimizde bir tutukluk, daginiklik göze çarpiyor. Farkindayim, bu konuda cesur ve serefli tavir alan müslüman bireyler, cemaatler ve teskilatlar var, haklarini teslim etmek lazim. Fakat bunlarin Türkiye'de gündemde agirliklari ne kadar? Denilebilir ki, bir çogumuzun müdahele edecek kudreti, imkani yok. Haksizligi durduramiyorsak en azindan destek veriyor durumuna düsmekten kaçinalim. Türkiye'nin gelecegine talip olan herkes simdiki durumun da hesabini tevarüs edecek. Kaldirilmayacak vebalin altina girmeyelim.