Volume 3, No 2, Spring 1993 |
Istanbul Mektubu
Son yillarda medyanin gündeminde sürekli olarak dini uyanis konusulmakta. Ugur Mumcu'nun öldürülmesinden sonra Islam dinine saldirilar gittikçe artan dozda devam ediyor. Özellikle, Kemalistlerle geleneksel sosyalistler (Yekta Güngör Özden ile öldürülene kadar da Ugur Mumcu) telaslananlarin basini çekmekteler.
Bunun nedenleri konusunda aylik sosyalist kültür dergisi Birikim'in Aralik 1992 sayisinda Ömer Laçiner'in ilginç bir yazisi çikti. Asagidaki satirlarda bu yazidan alintilari sizlere aktarmak istedim. Ilginç gözlemleri içermektedir.
"[Atatürkçünün] su anda devlete karsi duydugu öfke de çaresizlik, hatta yenilmislik hisleriyle yüklüdür. Çok yakin zamanlara kadar Atatürkçülügü kalesi, güvencesi olarak gören devlet özellikle 12 Eylül rejimindeki icraati ile aman verilmemesi gereken gericilige sözde onu öteki tehlikelere karsi kullanabilmek, ehlilestirmek için bünyesinde yer açmis ve böylece hem devletin Atatürkçü çizgisini bulandirmis hem de daha kötüsü mikropla mücadele edecek aygiti bizzat mikrop tasiyici hale getirmistir.
"Dolasiyla, tipik Atatürkçü, düne kadar sirtini dayadigi, ancak sayesinde hayat biçimini sürdürebildigi devleti artik koruyucusu gibi görememektedir. Daima bir biçim olarak yasadigi, anlamini da bu biçime yükledigi hayati, ona artik tehlikede görünmektedir.
"Çünkü o vaktiyle basörtülere, sakallara, basliklara savas açip, onlarin sahiplerinin hayatina kasdetmeyi kurmus, buna inandigi için kelle koparmaktan bile çekinmemistir. Böylesi bir tarih mirasini kibirle sahiplenmekte beis görmedigi için, ötekilerin de ayni sekilde davranacaklarini, kendini nasil biliyorsa öyle bilmektedir. Bu durumda olanlarin yapabildikleri tek sey, yine devlete seslenmek, kirginlik, sitem ve kahirlanma ile bezeli de olsa yakinma ve yakarilariyla ona koruyuculuk görevini hatirlatmayi denemektir. Geleneksel sosyalistler ise halka kirgin, sitemli ve hatta biraz da kizgindirlar. Devlet ve iktidardaki kadrolara baska nedenlerden dolayi duyduklari asil öfkenin yanisira, bu din konusundan ötürü de ek bir öfke duyulmaktadir. Atatürkçülerin bu noktada 12 Eylül rejimine yönelttikleri elestiriye sertlestirerek katilmakta, RP'nin ilerleyisinde bunun önemli payi oldugunu vurgulamaktadirlar. Dolayisiyla Atatürkçülerin hayal ettigi gibi devlet kendine gelip gerek bünyesindeki gerekse toplumdaki irtica odaklarina hamle etse herseye ragmen gizli bir ferahlama duyacaklari bellidir.
"Eskiden devlet bu arada kendilerine de vurmus olsa bile alkislayabilirlerdi de. Çünkü o zamanlar karsilarindaki dini hareket, su son yillarda kendini gösterdigi toplumsal birlesimle, iddia ve kimlikte görünmüyordu.
"1970'lerle birlikte sadece Türkiye'de degil asagi yukari tüm Islam ülkelerinde dini hareketler, hem toplumsal birlesimleri itibariyla, hem de iddia zeminleri ve pratikleriyle sunduklari kimlik itibariyla köklü denebilecek bir degisim yasamaya basladilar. Ayrica önceki dini hareketlerle kiyaslanamayacak bir dinamizme sahiptiler. Adeta yeni bir olusum sözkonusuydu ve bu olguyu önceki dini hareket modelleri içinde tanimlamak gitgide güçlesiyordu. Örnegin her ikisi de bilimi din karsiti, panzehir alan yaklasimi benimsemis olan Atatürkçülük ve geleneksel sosyalizim, Islami akimlarin üst düzey fen egitimi almis ve almakta olan kesimler arasindaki gözle görülür yayginlasmasini ve buna paralel olarak dini hareketlerin bilim, teknoloji ve sanayi bahsinde kendine güvenli, hatta cüretkar bir kimlik sergilemeye baslamasini, gericilik damgasinin en azindan bu cephede tamamen hükümsüz kaldigini ister istemez görmektedirler. Dinin, özellikle de Islamin kadini adeta köle durumuna indirgedigi, eve kapattigi yolundaki kadim iddia, üniversiteleri ve is yerlerini dolduran basörtülü kadinlarin sahsinda güvenle ileri sürülür olmaktan çikmistir.
"Hersey bir yana, sanayi öncesi bir çaga mahsus bir ideoloji olarak tanimlanan, sanayilesme ve onun belirleyiciliginde toplumun degismesi ilerledikçe kaybolacagi var sayilan dinin, tam da dünya sanayilesmesinin dorugunda iken böylecesine yeniden canlanmasini bir gereklilik olarak kabul etmek Atatürkçü ve geleneksel sosyalistler için imkansiz gibidir. Onu tarihsel gelismenin bu safhasina denk düsen nesnel bir olgu sayma ve böylece açiklamaya çalismak, temel varsayimlariyla çelisir. O nedenle de, polisiye kokan senaryolara, komplo manipulasyon teorilerine basvurmak zorundadirlar. Oysa söz konusu olan çok daha ciddi bir arayistir. Su anda o arayis yollarinin hemen hiçbirinin sözkonusu geçerlilik zeminini kökten düsünmek gibi bir iddiasi, amaci yoktur. Ama bütün bu birbirleriyle de çatisan arayis yollarinin bir ortak noktasi vardir: Insanin bugüne kadar ekonomik faaliyete konu olmamis, sanayi ürünüyle karsilanmamis yön ve ihtiyaçlarina egilmek, yasam enerjisini, umudu ve anlamini bunlari harekete geçirerek bulmak.
"Bir diyalog imkani vardir. Ve bu imkanin kullanilmasi son derece önemlidir. Süphesiz sorun , o diyalogun dilini olusturmak, irdeleyecegi, tartisacagi konulari, referanslari saptayabilmektir. Bunun ön sarti da diyalog kurulacak kesimin düsünüs tarzina, dünyasina vakif olmaktir."
Hosça kalin...