Volume 3, No 1, Winter 1993 |
Yazida geçen Arapça sahis ve teskilat adlari Türkçe'de söylenis biçimlerine göre yazilmistir.
Günümüzde Islam dünyasindaki hareketlerin genel bir degerlendirilmesi yapildiginda su iki ortak karakter müsahede edilebilir: a) Müslüman toplumun üzerine zorla empoze edilmis olan laik ulus-devlete yönelik bir karsi-çikis; b) son yüzyilda belli bir dönemde geleneksel muhalefeti teskil etmis olan solun bu özelligine son verme. Bu karsi-çikis ve en önemli muhalif güç olmanin müslüman ülkelerde statükoyu tehdit edecek boyutlara ulasmasinin önemli bir sebebi ise, toplumun meselelerinin insanlara toplumun hüviyeti ile özdes bir fikrî çerçeve içinde sunulmasidir. Bu son husus, günümüzde hakim düsüncenin tamamen materyalist temellere oturmasi ve dinin hakim düsünce modellerince bir social artifact olarak kabul edilmesi sebebi ile mevcut sosyal bilim arastirmacilarinca yeterince kavranamamis ve Islamî hareketin varligi, modernlesme sürecinde toplumun maruz kaldigi degisimden olumsuz etkilenenler için psikolojik siginma vasitasi, sosyal esitsizliklere karsi Üçüncü Dünya radikalizminin din vasitasi ile açiga vurulmasi veya hakim siniflara karsi modernlesmeden negatif etkilenen siniflarin sosyo-ekonomik baskaldirisi ve benzeri sekillerde açiklanmistir. Ancak son zamanlarda, iki degiskenle sinirlandirilmis, determinist sebep-sonuç iliskisine dayali açiklamalarin yetersiz kalmasinin farkina varilmasi bazi batili sosyal bilimcileri Islamî hareketlerin varliginin açiklanabilmesi için Islamin anlasilmasi gerektigi hususunda müslüman düsünülerle hemfikir kilmistir. Islamin öngördügü kainatin birligi fikrine göre, toplum, devlet ve insan, Allah'in ilahî üstünlügünün en yüksek noktayi temsil ettigi spesifik bir hiyerarsinin unsurlaridir. "Allah'tan baskasina kulluk yoktur" vecibesi geregi yeryüzünde Allah'in halifesi olarak mesul tutulan insan, gayenin 'maruf'un emredilmesi ve 'münker'in yasaklanmasi seklinde formüle edildigi Islamî adaletin gerçeklestirilmesi için toplumdaki her türlü meselelere nebevî bir vazife suuru ile katilmasi gerektigini idrak etmelidir. Devlet, bu mesuliyet-suur-idrak üçlüsünün, müslümanlarin Islama göre yasayacagi sartlari gelistirmek ve iyilestirmek gayesi ile pratik bir vasitasi olarak belirmektedir. Devletin böyle bir vasita olmaktan çiktigi ve müslümanlarin içinde yasadigi toplumun sartlarindan her yönüyle hosnutsuz oldugu durumlarda, müslümanlar, Islamin orijinal mesajini kavrayip, toplumu ve onun kurumlarini, Islam kaidelerine göre yeniden insa etme mecburiyetindedir. Bu sebepledir ki, Islamî hareketler, olmasi gerekenlerin büyük ölçüde veya tamamen ortadan kalktigi bir durumda, müslümanlarin içinde yasadigi statükoya bir reddiye ve alternatif olarak ortaya çikmaktadir.
Cezayir'de Islamî ihya hareketlerinin
karsi-statüko
güç olarak
belirmesi iddia edildigi gibi 1970'lerle ortaya çikan
bir hadise degildir. 18. yüzyilda Islam dünyasinin
önemli
bir kesimini etkileyen ihya hareketleri tesirini Cezayir'de
de göstermistir. 18. yüzyilin sonuna dogru, Ahmet
el-Darkavi tarafindan kurulan Darkaviye tarikati hem
tasavvufu
istismar eden tarikatlara, hem de Osmanli Devlet himayesinde
olmakla beraber muhtar bir statüsü olan Cezayir idaresine
karsi
bir hareket olarak dogmustur. 19. yüzyilda ise Emir
Abdülkadir en önemli müslüman hareket lideri
olarak belirmektedir.
Bir Kadirî seyhi olan Emir Abdülkadir'in bazi
Cezayirlilerle isbirligi yapmis ve askeri
üstünlüge sahip
olan Fransizlara karsi mücadelesi 1847'de nihai bir
maglubiyete ugramissa da onun cihadi maglubiyetini takip
eden devirde Cezayir müslümanlari için Islamin bir
mücadele kaynagi olmasi neticesini dogurmustur. 20.
yüzyilin baslarinda, etkisi giderek daha fazla hissedilen
Avrupa kültürü ve Cezayir'e yerlesmis Avrupali
nüfus,
Cezayir halki arasinda gerçek Cezayirli kimliginin ne
oldugu sorununu ortaya çikarmistir. Cezayirli
kimliginin tanimlamasinda Islam unsurunun öne
çikmasinda
en büyük pay sahibi olanlardan birisi de seyh
Abdülhamid
ibn Bedis'tir (daha çok Bin Bedis olarak bilinir). Bin Bedis,
Selefiye hareketinin ögretilerini yaymaya çalismis,
kaynaklara dayali ve bid'atlardan arinmayi öngören bir
Islamî
islah hareketini savunmus ve bir grup ulema ile beraber
Cezayir bagimsizlik haraketinin manevî iskeletini
olusturmus olan Cezayir Ulema Cemiyeti'ni kurmustur. Bu
teskilat
Cezayir kültürünün Islamî ve Arap
unsurlarinin ihyasinda
tesvik edici bir rol oynamistir (Voll 1982; Arkoun 1988, 172;
Roberts 1988, 560; Serpa 1991).
Ikinci Dünya savasindan sonra hizlanan bagimsizlik mücadelesinde, Fransizlarin mahalli kültürü imha etme tesebbüsleri Islama karsi bir saldiri olarak telakki edildigi için, Islam bu mücadelenin hayati bir unsuru haline gelmistir (Voll, 1982, 212). Bu mücadele halkin ve ulemanin temayülü, Islami kendi laik gayeleri için düsmana karsi direniste kullanan miliyetçi hareketin liderininkinden farkli olarak, Bati temayüllü bir milliyetçilik hareketi degildir (Vatin 1982, 226; Parker 1987, 97). 1 Kasim 1954'deki bildirisinde Millî Kurtulus Cephesi (Fransizca kisaltmasi ile FLN) gayesinin Islami ilkeler çerçevesinde egemen, demokrat ve sosyal bir devlet kurmak oldugunu ilan etmesine ragmen (Serpa 1991, 198), bagimsizlik sonrasi dönemde, Muhammed Arkoun'un (1988, 174) dedigi gibi, "Islam, toprak ve sanayi gibi, millîlestirildi." Yönetici elit Cezayir Ulema Cemiyeti'nin islahatçi geleneginin takipçisi oldugu imajini vermeye çalismasina ragmen, Islamî faaliyetler üzerine tam bir devlet kontrolü kurulmus ve bunda Fransiz modeli takip edilmistir (Entelis 1987, 80-1; Vatin 1983, 109-10). Sosyalizm vasitasiyla hizli kalkinma anlayisinin izleyicisi olan laik elit, fikirlerinin ve politikalarinin Islamî bir muhteva içinde sunulmasina büyük önem vermisti. Kisaca, Islam sanayilesme, sosyal reformlar ve millî kaynasma için bir vasita olarak kullanilmak istendi (Robert 1983, 103; Singh 1981, 67-8). Islamin rolü, dini faaliyetler üzerine devlet tekelini öngören Cezayir milliyetçiliginin "Cezayirli" kimligini tanimlayan bir unsuru olmaktan öte degildi. Bu sebeple bagimsizliktan sonra, Islamci egilimli Malik Bin Nebi ve Muhammed Khider [1] önderliginde bir grup insan tarafindan, el-Kiyam hareketi kuruldu. Roberts'e göre bu hareket daha sonra ortaya çikacak Islamî hareketlerin öncüsü idi (1988, 569). 1966 ve 1970 yilinda ugradigi iki hükümet darbesi sonucunda el-Kiyam'in faaliyetleri son buldu.
1970'lerin ortalarindan itibaren Islamî hareket siyasi arenada tekrar önemli bir faktör olarak hükümeti sistemli bir Islamîlestirme programinin yürütülmesi için zorlamaya basladi. Bununla birlikte, Cezayir Islamî hareketi 1989'a kadar çok disiplinli bir sekilde organize olmus bir hareket degildi ve bir teskilat hiyerarsisinden mahrumdu (Entelis, 1987, 88; Vatin 1983, 105). Irsad ve Islah Cemiyeti bünyesinde toplanmis olan Müslüman Kardesler, Cezayir Islamî hareketinin küçük bir kismini olusturmakta idi. Cezayir Islamî hareketi o dönemde en yaygin biçimde Ehl-î Davet olarak adlandirilmistir. Ehl-î Davet'in liderlik kadrosu, daha önceden el-Kiyam içinde hizmet etmis insanlardan olusmaktaydi. Ve hatta hareketin en önemli iki büyük ismi Abdüllatif Sultanî ve seyh Ahmet Sahnun, Cezayir Ulema Cemiyeti'nde de faaliyette bulunmuslardi. Üçüncü önemli isim, Abbas Medeni, 31 Ekim - 1 Kasim 1954 gecesi Fransizlara karsi bagimsizlik savasini baslatan eylemin planlayicilari arasinda yer almis ve el-Kiyam'da da aktif olarak yer almistir. el-Kiyam hareketinden sonra Ehl-î Davet'te faaliyetlerde bulundu.
1970'lerde tekrar Islamî egilimli gruplarin faaliyetlerini hizlandirmasiyla birlikte ülke çapinda yüzlerce gayri-resmi camiiler kurulmus ve bu camiiler Islamî hareketin faaliyet zeminini olusturmustur. Islamî Kurtulus Cephesi'nin (FIS) kurulmasindan sonra, bu camii teskilatlanmasi FIS'in kitlelere ulasmada diger siyasi partiler üzerinde üstünlük saglamasina vesile teskil edecektir. 1970'ler ayni zamanda ülke çapinda halkin dini vecibeleri yerine getirmesinde muazzam bir artis görülmeye baslandigi yillardir. Özellikle üniversitelerde hareket önemli bir yayilma kaydetti.
Belli bir dönem devlet Cezayir hareketinin gelismesini yönlendirmeye ve denetim altinda bulundurmaya çalismis, bu gaye ile Misirli âlim Muhammed el-Gazalî, Emir Abdülkadir Üniversitesine rektör olarak atanmis ve ondan Islamî hareket ile hükümet arasindaki iliskide bir kanal olarak istifade edilmek istenmisse de bütün bu tesebbüsler basarisizlikla sonuçlanmistir (Mortimer 1991, 578). 1982 yilindan itibaren ise hükümet Islamî hareketi yildirma politikasini baslatmis, üniversitelerde sol görüslülerle Islamcilar arasindaki çatismalari bahane ederek Medeni, Sahnun ve Sultanî gibi liderler de dahil olmak üzere kitlesel tutuklamalara da basvurmustur. Fakat 1988'de vukuu bulan Ekmek Ayaklanmasi Cezayir rejiminin toptan iflas ettiginin bir isareti olmus ve devlet daha büyük bir siyasi patlamayi engellemek için çareyi rejimin demokratiklesmesinde bulmustur.
1988 Ekmek Ayaklanmasi'ni takiben, devlet baskani Sadli Bin Cedid'i ziyaret eden bazi Ehl-î Davet liderleri, hükümetin sikayetlerine kulak vermesi halinde siyasi parti kurmamayi taahhüt etmislerdi. Digerleri ile ayni fikirde olmayan felsefe profesörü Abbasi Medeni Mart 1989'da FIS'in kurulmasina önderlik etti (Brumberger 1991, 63). 16 Eylül 1989'da FIS siyasi bir parti olarak tanindi (Mortiner 1991, 579).
FIS ülke çapinda parti teskilatlanmasi, etkili bir camii ve sosyal güvenlik irtibat sistemi ile Haziran 1990 mahalli seçimlerinde yüzde 54 oy alarak en popüler parti olmayi basardi. FIS'in artik popüler iradeyi temsil etmeyen meclisin feshedilmesi talebi üzerine devlet baskani Bin Cedid, genel seçim tarihini Haziran 1991 olarak ilan etti. Fakat, Mart 1991'de yeni seçim yasasi ile meclisteki milletvekili sayisi artirilmis ve kalabalik seçim bölgelerinden çikan milletvekili sayisi ile FLN'nin en fazla oy aldigi küçük yerlesme birimlerinden çikan milletvekili sayisi esitlenmis ve böylece FLN'nin genel seçimlerde basarisi teminat altina alinmaya çalisilmistir [2] (Haliloglu 1991, 37; Serpa 1991, 194).
Yeni yasayi tepki ile karsilayan FIS liderleri yasayi protesto edip, Mayis 1991'de halki genel greve çagirdilar. Ayrica Medeni ve yardimcisi Belhac, iktidara geldiklerinde 1962'den beri ülkeyi yönetenlerden yolsuzluk yapanlarin mahkeme huzuruna çikarilacagini ve suçlu bulunanlarin mallarinin müsadere edilecegini açikladilar. Gelisen olaylar 5 Haziran'da güvenlik kuvvetlerinin zor kullanarak müdahalesi ile bastirilmis, sikiyönetim ilan edilmesine ragmen FIS taraftarlariyla güvenlik kuvvetleri arasindaki çatismalar 30 Haziran'da Abbas Medeni ve Ali Belhac'in tutuklanmasi ile neticelenmistir (Mortimer 1991 590-91; Serpa 1991, 195). Bu olaylar esnasinda 3000 kisi tutuklandi ve hükümet seçimlerin yil sonuna ertelendigini ilan etti. Bu olaylar esnasinda diger Islami teskilatlardan seyh Ahmed Sahnun ve el-Nahda lideri FIS'i desteklerken, Irsad ve Ihlas hareketi lideri ve Hamas partisinin kurucusu Mahfuz Nahnah hükümeti memnun edecek açiklamalarda bulunmustu. Ayrica FIS içinde ortaya çikan liderlik boslugu Medeni-Belhac aleyhtari grubun kaybetmesiyle neticelendi. FIS'in sura meclisi önce Muhammed Said'i, onun da tutuklanmasi üzerine Abdülkadir Haçani'yi lider olarak atadi.
Ertelenen seçimler 26 Aralik 1991'de yapilmis ve FIS 430 milletvekiliginin 187'sini ilk turda garantilemisti. Ayrica kesin neticelerin ikinci turda belli olacagi 150 bölgede de FIS adaylari seçimi önde götürmekteydi (New York Times, 4 Ocak 1992). Seçimlerden sonra Haçani'nin Fransiz televizyonuna verdigi demeçte seçimle isbasina gelen Islami hükümetin diger ülke hükümetleri ile iyi iliskiler vaadine (The Times, 30 Aralik, 1991) ragmen, diger batili kaynaklar bu seçim zaferinin Akdeniz devletleri hükümetlerini rahatsiz ettigini beyan etmekteydi[3]. Dis tepkilere ilave olarak FIS'e karsi ülke içinde, ordunun da dahil oldugu laik güçlerin tepkisi daha önemli bir nitelik arzetmistir. Önce FIS taraftarlarinin seçimlerde yolsuzluk yaptiklari iddialari ile baslayan tepkiler, Sosyalist Güçler Cephesi'nin ordu ile anlasmali olarak düzenledigi gösterilerle devam etmis, Haçani'nin FIS'in iktidari süresince düsünce hürriyetine set çekmeyecegi yolundaki açiklamalari FIS üzerine yapilan planlarin icraata dökülmesini engelleyememistir. 11 Ocak 1992'de Bin Cedid devlet baskanligindan zorla istifa ettirildi ve ordu anayasanin milli güvenligin ve kamu düzeninin teminini öngören maddesi uyarinca yönetime el koydu ve ikinci tur seçimlerini iptal etti.
11 Ocak 1992'den bu zamana kadar 40,000'e yakin Islamci tutuklanarak, Sahra çölü üzerine tesis edilmis olan kamplara dagitildi (Essaghir 1992, 31). Ayrica herhangi bir protesto gösterisini engellemek için bütün ülke devlet terörü altinda bir sindirme politikasina maruz birakildi. Fakat 30 yillik sürgünden getirtilerek Devlet Konseyi'nin basina atanan Mustafa Boudief'in muhtemelen ordu içindeki diger laik muhalefet mensuplari tarafindan öldürülmesi olayi Cezayir toplumunda var olan derin kutuplasmanin ortaya çikardigi krizin isareti olarak belirmektedir. 1962'den bu zamana Cezayir rejimi en baskici dönemini yasamakla beraber kamu düzenini saglayabildigi kuskuludur. Ve bu gidisle de fazla dayanamayacagi ortadadir.
Açiktir ki, hiç bir Islamî ihya hareketi yeryüzündeki adaletsizliklere seyirci kalmayacaktir, çünkü tevhidî anlayis bütün inananlari Allah'tan baskasina ibadet etmemeye çagirmaktadir. Bir baska deyisle Allah'a teslim olanlar, tevhid inanci ugruna, Allah'in otoritesini tanimayanlar tarafindan tayin edilen statükoya karsi mücadele ile yükümlüdür. Günümüzde, Islam dünyasinda tanik oldugumuz gayri-Islamî statüko en bariz sekilde söyle tanimlanabilir: Inananlarin haklarinin gasp edilmesi için toplumsal adaletsizligi ve elit hakimiyetini mesrulastiran resmi bir dinin inananlar üzerine empoze edilmesi. Bu sebeple de bir Islamî ihya hareketinin gelisimini anlamak için bir ülkede geçerli olan din-devlet iliskisi, elit tahakkümü ve sosyal sartlar yerli yerinde analiz edilmelidir.
Cezayir'de daha önce de belirttigimiz gibi devlet, bagimsizliktan sonra din isleri sahasini kendine baglamis, Islamî egitim kurumlarini, Islamî yayinciligi ve din islerinden sorumlu idari birimleri kendi kontrolü altina almistir. 1970'den sonra Islamî hareketin giderek güçlenmesi devletin dinî konularda faaliyet alanini genisletmesine yol açmistir. TV'den Cuma günleri bütün gün süren dini proglamlar, devlet tarafindan camiiler insa ettirilmesi, yeni Islamî egitim müesseselerinin açilmasi, Islamî seminer ve yayinlarin miktarinin artirilmasi hükümetin Islamizasyon politikasinin parçalaridir. Bununla gaye Islama olan ilgiyi hükümete destek olarak kanalize etmek iken, silah geri teperek bu politika laik Cezayir elitinin mesruiyet temellerini sarsmisti; çünkü Parker'in (1987) da tesbit ettigi gibi, Cezayirli teknokrat-elit genellikle ara sira da olsa camiide görülmeyen insanlardir. Cezayir'de bagimsizliktan bu zamana olan her sey askeri-sivil bir oligarsinin tahakkümüdür. Devletin sosyal, siyasî ve kültürel her sahadaki kesin hakimiyetinin halkin zulüm altinda kalmasi disinda getirdigi hiçbir sey olmamistir. Ordu kendini Cezayir devriminin bir muhafizi olarak görmüs ve elit hiyerarsisinde en kilit mevkiyi isgal etmistir. FLN bir siyasi parti olarak halki kendine çekememis, imtiyazli elitin yaptigi yagmaya resmiyet kazandiran bir kurum olarak varligini sürdürmüstür. Tissot'un (1986, 173-77) tesbit ettigi gibi Cezayir'de ortaya çikan sey yeni bir devletin kurulmasi degil, sömürge idaresinden Cezayir eliti lehine bir güç transferidir. Bu elit hakimiyeti, nüfusun isteklerinin giderek bastirildigi bir ortamda, önemli mevkileri isgal edenlerin kendi çevrelerindekileri servet sahibi yapmalarina neden olmustur.
Ülkede izlenen suursuz sanayilesme teknokrat-eliti elit tahakkümününün önemli bir unsuru yapmasi yanisira, üretim artisi getirmemis ve ülkenin kaynaklarinin israfi ile neticelenmistir. Tarimda, egitim, konut ve saglik sektörlerinde varolan krizler giderek büyük boyutlara ulasmis, sanayilesme politikalari ülkeyi ithalata bagimli hale getirmistir. Ilave olarak yiyecek açisindan da disa bagimlilik önemli bir sorun olarak dogmustur. Gelir dagitimindaki adaletsizlik her geçen gün artmistir. Netice olarak 1988'de büyük sehirlerde halk sokaga dökülmüs, Ekmek Ayaklanmasi denilen olay çok kanli bir sekilde bastirilmistir.
Bu hadise artik sivil toplum ile devlet arasindaki, mevcut sartlar altinda bir daha insa edilemeyecek bir çatlakligin ortaya çiktiginin kesin bir isaretidir. Islami hareket böyle bir ortamda Cezayir'deki zulüm düzenine karsi her veçhesi ile sivil toplumun temsilcisi, toplumun kimliginin ve bu kimlige uygun bir sosyo-politik düzenin sözcüsü olarak statükoyu reddetmis, adaletsizlige ve toplumdaki kimlik buhranina son vermek için ortaya çikmistir.
[2] Seçim kanunu ve müteakkip olaylarin ayrintilari için Türkçe kaynaklardan bkz. Altan (1991) ve Haliloglu (1991).
[3] bkz. The Times, 28 Aralik 1991; The Times, 30 Aralik 1991; The New York Times, 3 Ocak 1992; The Economist, 15 Ocak 1992:46.