[anadolu home] [contents] [by authors] [by category] [subscription]
Volume 2, No 1, Winter 1992 [back]

Eski "Yeni" Dünya Düzeni

Hayati Günes

Merhum Akif "Hiç ibret alinsaydi tekerrür mü ederdi" demis tarih için. Içinde bulundugumuz günlerde "yeni" dünya düzeni diye lanse edilen duruma, tarihi perspektiften bir bütün halinde bakilinca bütün olan-bitenin aslinda "eski" dünya düzeninin devami oldugu görülüyor. Müslüman açisindan mücadelenin adi ve karakteri degismiyor, Hak ve batil arasinda süregelen ve devam etmesi tabiî olan mücadele degisik format ve karakterlerle de olsa halen en açik sekilde mevcut.

Bugünün hadiselerine bakip da tarihteki devletler mücadelesinin seyrini bilmeden atilacak adimlar ve yapilacak degerlendirmeler yanlis olacaktir. Bir Avrupa'nin yapilanmasi, iç mücadeleleri, dostluk ve düsmanlik anlayislari, kimin çikarinin önünde kimin nasil engel olusturdugunu bilmeden Avrupa hakkinda yorum yapmak, bir çarlik Rusya'sinin tarihi emellerini buna erismek için uyguladigi stratejileri gözardi ederek yeni "Common Wealth" denen yapilanma ve gelecegi hakkinda yorumlarda bulunmak, bir Balkanlarin çifit çarsisini andiran mozayigini anlamadan strateji tesbit etmek; bunlarin hepsi büyük hatalar vermesi ihtimali olan yaklasimlardir. Hele Türkiye gibi bir ülke, kendini Osmanli'dan tamamen ayri görüp kafasini kuma sokarcasina bazi gerçekleri göz ardi ederek politika yürütmeye kalkamaz. AT kapilarinda kuyruk sallayip sallayip karsiliginda tekmelenen bir hayvan muamelesi görmekten de ders almaz, islâm dünyasina açilan kapida yeni imkanlarini görmezlikten gelir, kendisine büyük ümitler baglayan kardeslerine, ilâve olarak dil ve kültür bagiyla da olan yakinligini bile, Batinin siçrama tahtasi olarak kullanmasina ve bu kardeslerine kapitalist boyundurugun takilmasina vesile olursa büyük vebal altina girer. Fakat ülkedeki resmi ideoloji ve siyasi yapilanmanin üstüne kuruldugu temeller böylesi bir vebal altina girilecegini simdiden garanti ediyor. Yine de dis görünüste resmi ideolojinin bir parçasini olusturan bir nevi milliyetciligin etkisi ve devlet kadrolarinda az da olsa söz söyleme imkani bulabilen üç bes nisbeten kökünden kopmamis bürokratin tesiriyle (!) Orta Asya cumhuriyetleriyle temaslar siki sekilde devam ediyor. Asil merak konusu olan, bu temasin devam etmesinin esas sebebinin su "milliyetçilik" anlayisi ve üç bes bürokrat mi, yoksa Türkiye'nin tam teslimiyet esasli Amerikanci politikasinin geregi, Sam Amca'nin izniyle ve destegiyle sürdürülen bir politika mi oldugudur. Dünya çapinda kendi tabirleri ile Islamic Fundamentalism'i durdurmak su anda Bati'nin bir numarali görevi olduguna göre, Orta Asya'da Iran'dan ve Afganistan'dan gelip "tehlikeli (!)" mesajlar tasiyabilecek olan unsurlar yerine, laik (!) ve usak bir ülkenin kontrollu etkisi çok daha tercihe sayandir. Orta Asya'daki cumhuriyetleri Türkiye ve Suudi Arabistan gibi birisi millî (!) digeri dinî duygulari oksayacak ama hiç bir zaman "tehlikeli (!)" boyutlara ulastirmayacak iki client state vasitasi ile kontrol altinda tutmak su anda ABD için hiç de fena bir strateji degil, belki de takib edilebilecek en akilli yol. Bu planin tatbikinde de gerek Turkiye'de ve gerekse Suudi Arabistan'da mevcut rejimlerin yasatilmasi ve hatta giderek daha fazla ABD'ye ihtiyaçlari oldugunun hissettirilmesi ana unsurdur. ABD açisindan, bu ülkelerde herhangi bir islâmî hareket ve hele rejim degisikligine gidebilecek bir kipirdanma kesinlikle kabul edilemez. Bu kabul edilemezlik tabiî ki sadece Orta Asya'ya dayali politikalar için degil, tüm islâm dünyasina yönelik muhtemel tesirler açisindan daha da önem kazaniyor.

Cezayir'deki son gelismelerin isiginda, aslinda dünyanin herhangi bir yerinde islâmî bir rejimin kurulmasina karsi her seyin mübah oldugu ve herseyin yapilabilecegini söylemek yanlis olmasa gerek. Bütün demokrasi anlayislari, insan haklarina yönelik nutuklar vs. islâmî bir rejim sozkonusu olunca askiya aliniyor. Burada, bizdeki yari aydin, yari laik, yari putperest, yari komunist (pardon ex-komunist) takimin da gözdesi olan ve Cezayir'deki olaylar üzerine bati basininda da karsimiza çikan ve islâm düsmani bütün çevrelerin gözdesi olmasi muhtemel görüs, defalarca mazeret olarak sunuluyor. "Efendim islâmî bir rejim kadin haklarini elden alir, insan haklarini tanimaz, demokratik ilkeleri tanimaz vs. vs." hey gidi günler. Osmanli'nin basini agritan nutuklari hatirliyor insan ister istemez. Hani her seferinde gündeme getirilen su azinlik haklari, katliam iddialari, reform istekleri Tanzimat fermanlari ve basimizin taci (afedersiniz sapkasi diyecektim, olur ya taç da suç sinifina, girebilir), her derdimizin ilaci inkilâplar. Yani nefesleriyle Allah'in nurunu söndürmek için olanca güçleriyle çabalama.... Karakterleri ve stratejileri pek degismemis beklendigi üzere.

Bati için Cezayir'in en büyük önemi Islâm Dünyasina baska bir örnek teskil edebilmesi ihtimalidir. Oysa Türkiye gibi bir ülkenin örnek olmanin ötesinde kisa vadede de Bati'nin hayatî çikarlarini etkilemesi ihtimali vardir. Bu nedenle Türkiye'ye vurulacak boyundurugun çok daha kuvvetli olmasi gerekir. Bu sartlarin icabi da Türkiye'de basinda ve resmi otoritede müslümanlara karsi takibin daha amansiz hale getirilebilecegi gibi, bütün ülkenin oyalanacagi millî (!) birlik ve beraberlik sarkilarinin yüksek tonda söylenerek, düzene yan bakanin vatan haini ilan edilebilecegi bir ortamin dogurulmasi da beklenmelidir. Yani kontroldan çikmasin diye çifte yular vurma politikasi. Müslümanlarin üzerinde çalisan zehir hafiyelerin faaliyetlerinin hizlanmasi yaninda Türkiye'nin de ülke olarak bazi problemlerle yüz yüze getirilmesi ve bunlardan kurtulmasi veya en azindan az zarar görmesi için de yine problemi körükleyenlerin kapisinda el pençe divan durmasinin kaçinilmaz hale getirilmesi gelecekte beklenen gelismeler olmalidir.

Allah (C.C.) nurunu layik olmayan ellere verip heba ettirmez. Islâmî nizam çok çok degerli bir nurdur ve layik olanlarin basinda parlayacaktir. Bütün yukarida sayilan olmus veya muhtemelen olabilecek gailelere gögüs gerip dünya ile hesaplasabilecek ve Üstad Necip Fazil'in deyimiyle "çetinler çetini bu isin" üstesinden gelebilecek cevherimiz var mi sorusu müslümanlarin kendilerine soracaklari ilk soru olmalidir. Sahsî hayatin küçük gibi görünen detaylarindan tutun da aile, cemaat ve ümmet seviyesinde olan sorumluluklarin tam idraki, islâmin adim adim, bilindigi kadariyla sindirile sindirile yasanmasi gibi çok önemli adimlarin atildigini görürsek o nura liyakata biraz daha yaklastigimizi söyleyebiliriz. Toplum hayatinin her kesiminde egitim, ticaret, üretim, hizmet gibi dallarin her birinde, müslümanlari aktif is beceren ve liderlige oynayan kadrolarla, kendi yerel sartlarinda çevresiyle boy ölçüsüyor görmek ümitleri arttiracaktir. Maalesef yasadigimiz günlerde bu ümide kaynak olacak örneklerin sayisi çok çok az. Kime benzeyeceklerini nasil hareket edeceklerini teoride çok iyi bilenlerin bunu pratige geçirmede hiç olmazsa baskalarinin kusurlarini bulmaya çalismak ve sayip dökmekde gösterdikleri gayret kadar olsun bir gayret göstermeleri gerekir. Kendi kusurlarini gidermek yönünde ilk adimi atmak olumlu degismenin ilk isaretidir.

Asirlardir bakimsiz kalmis gül bahçesinden çiçek toplamak isteyenlerin önce ellerini kanatmayi göze almalari, sonra da çiçegi dikenlere az kurban vererek, içine ayrik otu karistirmadan dermenin yollarini ögrenmeleri gerekir. Gerekli teçhizatini hazirlamis, icabinda gülü dalindan biçakla keserek almayi bilecek gül derleyicilerini bekliyor asirlar.


©1992 anadolu
This article can be reproduced provided that full credit is given to anadolu
Bu yazi anadolu'ya atif yapilmak kaydiyla kopyalanabilir.

For your comments / Yorumlariniz için anadolu@wakeup.org
Please reference the article title, volume, and number
Lütfen yazi basligi, cilt ve numarayi belirtin